92406 kayıt bulundu.
1. gizli konuşulan bir şeyin umulmadık bir yoldan başkalarınca duyulabileceğini anlatan bir söz
keyfi yerinde, yerli yerinde
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , İyi, yeterli
1. Binbaşı uzun boylu, ince yapılı, uzun kır bıyıklı, yaşlı ise de gücü yerinde, her işe eli yatan bir adam.
1. Binbaşı uzun boylu, ince yapılı, uzun kır bıyıklı, yaşlı ise de gücü yerinde, her işe eli yatan bir adam.
2. zarf , zarf , zarf , zarf , Zamanı, yeri uygun düşerek, gerektiği biçimde
1. Yerinde konuşmak.
1. Yerinde konuşmak.
3. zarf , zarf , zarf , zarf , Durumunda
1. Sıkılacak ne var, doktor onun babası yerinde.
1. Sıkılacak ne var, doktor onun babası yerinde.
1. doğru olduğunu kabul etmek
1. Hayatını değiştirme kararımı yerinde bulması beni de memnun etti.
1. Hayatını değiştirme kararımı yerinde bulması beni de memnun etti.
1. sürekli kıpırdamak
2. içi içine sığmamak
1. En ufak bir şeyden sevinir, yerlerinde duramaz olurlar.
1. En ufak bir şeyden sevinir, yerlerinde duramaz olurlar.
1. başka yere gitmemek
2. makam veya aşama değişmemek
1. Bu keyif düşkünü memurlar suya sabuna dokunan işlere karışmadıklarından senelerce yerlerinde kalırlar.
1. Bu keyif düşkünü memurlar suya sabuna dokunan işlere karışmadıklarından senelerce yerlerinde kalırlar.
1. uygun olmak
2. tamam olmak, iyi durumda bulunmak
3. makamında bulunuyor olmak
1. yürür gibi yaparak hep aynı yerde, sürekli olarak ayağın birini kaldırıp birini basmak
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , ilerleyememek, gelişememek, değişememek
1. Bu yerinde sayan kafamıza ne ad takmalı?
1. Bu yerinde sayan kafamıza ne ad takmalı?
1. haklı bir sebep olmadan yerini bırakanlara veya bırakmak isteyenlere kınama ve engelleme amacıyla söylenen bir söz
1. artık bulunmamak, yok olmak
1. Ne var ki kapıyı tekrar açtığında çöp poşetinin yerinde yeller estiğini gördü.
1. Ne var ki kapıyı tekrar açtığında çöp poşetinin yerinde yeller estiğini gördü.
1. isim , isim , isim , isim , Yerinde olma durumu, isabet
2. hukuk , hukuk , hukuk , hukuk , Kamulaştırılan bir yer üzerinde, kamu çıkarının özel çıkara oranla yüksek olması
1. yerinden ayrılmak
1. Sol cenah uzun ve merhametsiz gülleler altında yerinden oynuyor.
1. Sol cenah uzun ve merhametsiz gülleler altında yerinden oynuyor.
2. coşkulu, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak
1. isim , isim , toplum bilimi , toplum bilimi , isim , isim , toplum bilimi , toplum bilimi , Merkezî yönetimin bazı hak ve yetkilerinin yerel yönetimlerce kullanılması, ademimerkeziyet
1. sıfat , sıfat , toplum bilimi , toplum bilimi , sıfat , sıfat , toplum bilimi , toplum bilimi , Yerinden yönetim yanlısı olan, ademimerkeziyetçi
1. isim , isim , toplum bilimi , toplum bilimi , isim , isim , toplum bilimi , toplum bilimi , Yerinden yönetimci olma durumu, ademimerkeziyetçilik
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Bir şeyin veya bir kimsenin yerini almak üzere
1. Kadınlar bütün mallarını, vitrin yerine kullandıkları pencerelerde sergiliyorlardı.
1. Kadınlar bütün mallarını, vitrin yerine kullandıkları pencerelerde sergiliyorlardı.
2. Başkasının adına
1. Nitekim o gün eksiltmeye kendi yerine onu yollamıştı.
1. Nitekim o gün eksiltmeye kendi yerine onu yollamıştı.
3. isim , isim , edebiyat , edebiyat , isim , isim , edebiyat , edebiyat , Alegori
1. görevden ayrılan birinin yerini almak
2. bulunmayan bir nesnenin veya kavramın yerine kullanılabilmek
1. yapılmak, olmak
1. İsteğiniz yerine geldi.
1. İsteğiniz yerine geldi.
2. eski duruma dönmek
1. Sağlığım yerine geldi.
1. Sağlığım yerine geldi.
3. kişi iş yerinde çalıştığı, oturduğu yere gelmek
1. istenileni, gerekeni yapmak
1. Sırf iri, kara gözlerindeki endişe dinsin diye, itiraz etmeden her isteğini yerine getirdim.
1. Sırf iri, kara gözlerindeki endişe dinsin diye, itiraz etmeden her isteğini yerine getirdim.
2. eski duruma döndürmek
3. ifa etmek
1. Şirket su veremeyecekse taahhüdünü yerine getirmediği için dağıtılır.
1. Şirket su veremeyecekse taahhüdünü yerine getirmediği için dağıtılır.
1. gibi görmek, saymak
1. Hem de yetişkin, yosma bir kadın beni erkek yerine koymuştu.
1. Hem de yetişkin, yosma bir kadın beni erkek yerine koymuştu.
2. yitirilen, elden çıkan bir şeyin, benzerini veya eşini sağlamak
1. Selde telef olan hayvanlarımızı yerine koymak üç yılımızı aldı.
1. Selde telef olan hayvanlarımızı yerine koymak üç yılımızı aldı.
1. iyi yerleşmek
2. bir durum, bir düşünce vb. benimsenmek, yaygın duruma gelmek, yerleşmek
1. sıfat , sıfat , edebiyat , edebiyat , sıfat , sıfat , edebiyat , edebiyat , Alegorik