92406 kayıt bulundu.
1. isim , isim , mecaz , mecaz , isim , isim , mecaz , mecaz , Çirkin sesli, geveze, boşboğaz kimse
1. isim , isim , isim , isim , Çatlak olma durumu
2. Çatlamış yer, çatlak
1. Duvarda bir çatlaklık var.
1. Duvarda bir çatlaklık var.
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Delilik
1. isim , isim , isim , isim , Çatlamak işi
2. Dalgaların sığ kıyıya geldikleri zaman dökülüp köpürmesi, çatlak
3. Uygun olmayan kuruma sonucu ağacın boyu yönündeki lif ayrılması
4. bitki bilimi , bitki bilimi , bitki bilimi , bitki bilimi , Tohumların dağılması için meyve kabuğunun yarılması, açılma
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Parçaları ayrılıp dağılmayacak bir biçimde yarılmak
1. Eğer çay doldururken bardak çatlarsa, üzerlerinde nazar olduğuna hükmeder, gidip bir koşu ateşte tuz çevirirdi.
1. Eğer çay doldururken bardak çatlarsa, üzerlerinde nazar olduğuna hükmeder, gidip bir koşu ateşte tuz çevirirdi.
2. Bir yüzeyde kırışıklar, çizgiler oluşmak
1. Meşin ciltlerin çoğu kıvrılmış, bir kısmı da arkalarından çatlamıştı.
1. Meşin ciltlerin çoğu kıvrılmış, bir kısmı da arkalarından çatlamıştı.
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Aşırı yemekten, içmekten, yorgunluktan, ağlamaktan ölecek duruma gelmek veya ölmek
4. -den , -den , mecaz , mecaz , -den , -den , mecaz , mecaz , Sıkıntı, sevinç, yalnızlık, heyecan, sabırsızlık, kıskançlık vb. ruhsal durumları aşırı derecede duymak
1. Neredeyse sevincinden yüreği çat deyip ortasından çatlayacaktı.
1. Neredeyse sevincinden yüreği çat deyip ortasından çatlayacaktı.
5. Ses pürüzlü, bozuk çıkmak
1. teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , `elinden gelen her çareye başvursa da` anlamında kullanılan bir söz
1. -i , -i , -i , -i , Çatlatmak ihtimali veya imkânı bulunmak
1. Artık küstahlığın perdelerini yırtmasam da camlarını çatlatabilirim.
1. Artık küstahlığın perdelerini yırtmasam da camlarını çatlatabilirim.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Çatlatılma ihtimali veya imkânı bulunmak
1. isim , isim , isim , isim , Çatlatılma işi
1. Tecvitli seslerin çatlatılışları gittikçe kulak tırmalıyor.
1. Tecvitli seslerin çatlatılışları gittikçe kulak tırmalıyor.
1. -i , -i , -i , -i , Çatlak duruma getirmek
1. Elindeki ustura ile çatlatacağı bu canlı yemişe baktı.
1. Elindeki ustura ile çatlatacağı bu canlı yemişe baktı.
2. Çatlamasına yol açmak
1. Duvarları, tavanı çatlatacak kadar şiddetli olan ve birdenbire kulağa saldıran bu ses dalgası kimsenin kulağını incitmedi.
1. Duvarları, tavanı çatlatacak kadar şiddetli olan ve birdenbire kulağa saldıran bu ses dalgası kimsenin kulağını incitmedi.
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Sabrını taşırmak
1. O dibek kafalı Sülükoğlu'nu hasedinden çatlatacağız.
1. O dibek kafalı Sülükoğlu'nu hasedinden çatlatacağız.
4. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Aklını kaçırmak
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Çatlama ihtimali veya imkânı bulunmak
1. Bir anda çatlayabiliriz, yıkılabiliriz.
1. Bir anda çatlayabiliriz, yıkılabiliriz.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Çabucak veya ansızın çatlamak
Telaffuz : çatlayı'vermek
çatma kaş, derme çatma
1. isim , isim , isim , isim , Çatmak işi
2. Provada geçici olarak bir giysiye iliştirilmiş olan parça
3. Duvarları ağaç gövdesinden birbirine takılarak ve çivisiz olarak yapılan yayla evi, Yörük çadırı
4. Bir tür döşemelik kumaş
1. Sonra o çatma örtülü minderin üstüne oturmuş, albayın İstanbul hakkındaki suallerine kısa kısa cevap vermişti.
1. Sonra o çatma örtülü minderin üstüne oturmuş, albayın İstanbul hakkındaki suallerine kısa kısa cevap vermişti.
5. Ahşap yapılarda ağaç iskeletin temel parçaları
6. Semerin ağaç kısmı
7. Heykel yapımında çamuru ayakta tutan tel iskelet
1. isim , isim , isim , isim , Aralarında kılsız yer olmayıp birbirine kavuşmuş olan kaşlar
çöpçatan
1. -i , -i , -i , -i , Odun, değnek, kılıç, tüfek vb. uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak durdurmak
1. Avlusunda silahlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var.
1. Avlusunda silahlarını çatmış, ayaklarını germiş askerler var.
2. Kereste vb.ni birbirine tutturmak
1. Kırık tahtaları bir solukta yan yana çattılar.
1. Kırık tahtaları bir solukta yan yana çattılar.
3. Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek
1. Koca bir nahiye titreştik, odunsuz yattık / O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık
1. Koca bir nahiye titreştik, odunsuz yattık / O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık
4. Yükü hayvana iki yanlı yüklemek
5. Başa yemeni, çatkı, yazma vb.ni bağlamak
6. -e , -e , -e , -e , Üzücü, kızdırıcı veya şaşırtıcı olaylarla karşılaşmak
1. Hacı Mustafa bağırıyor, ömründe böyle bir işe çatmadığını söylüyordu.
1. Hacı Mustafa bağırıyor, ömründe böyle bir işe çatmadığını söylüyordu.
7. -e , -e , -e , -e , Yazıyla veya sözle sataşmak
1. Böyle söyler de sonra yemek biraz azca çıkarsa yahut pek düzgün olmasa aşçıya çatacak gibi olur.
1. Böyle söyler de sonra yemek biraz azca çıkarsa yahut pek düzgün olmasa aşçıya çatacak gibi olur.
8. -e , -e , -e , -e , Rastlamak, karşılaşmak
1. Nerden çattım böylesi bir güzele...
1. Nerden çattım böylesi bir güzele...
9. -e , -e , hukuk , hukuk , -e , -e , hukuk , hukuk , Gemiler birbirine çarpmak