92406 kayıt bulundu.
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , Boş yer kalmayacak biçimde doldurmak, gelişigüzel koymak, tıka basa sokmak
1. Tam bir kutu çorabı tıkıştırdılar koltuğumun altına.
1. Tam bir kutu çorabı tıkıştırdılar koltuğumun altına.
2. Acele ile birine bir şeyi yedirmeye çalışmak
3. İyice çiğnemeden yutarak yemek
1. Musa tabaktaki peynirin yarısını, üç dilim ekmeği ve kâsede kalan tüm zeytinleri ağzına tıkıştırıp bir şey söylemeden çıktı evden.
1. Musa tabaktaki peynirin yarısını, üç dilim ekmeği ve kâsede kalan tüm zeytinleri ağzına tıkıştırıp bir şey söylemeden çıktı evden.
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , Çabucak veya kısa sürede tıkmak
Telaffuz : tıkı'vermek
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Tıknaz
1. İkisi de tıkız ve aynı boyda.
1. İkisi de tıkız ve aynı boyda.
2. Çok sıkıştırılmaktan veya çok sıkı doldurulmaktan katılaşmış, sıkı
1. Bu yastık pek tıkız olmuş.
1. Bu yastık pek tıkız olmuş.
3. Yoğunluğu çok, katı
1. Tıkız hamur.
1. Tıkız hamur.
1. -i , -i , -i , -i , Bir yere hafifçe vurarak `tık` sesi çıkarmak
1. Girmeden önce kapıyı tıkladı.
1. Girmeden önce kapıyı tıkladı.
2. -e , -e , -e , -e , Bilgisayarda, ağ sayfalarında bağlantılara ulaşmak amacıyla fare ile düğmeye veya bağlantı adresine dokunmak, kliklemek
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , Tıklatma ihtimali veya imkânı bulunmak
2. Tıklatma becerisi bulunmak
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Tıklatma işi yapılmak
1. Kamaranın kapısı daha belirgin tıklatılıyor şimdi.
1. Kamaranın kapısı daha belirgin tıklatılıyor şimdi.
1. -i , -i , -i , -i , `Tık` sesi çıkararak hafifçe vurmak
1. Kapıyı tıklattı.
1. Kapıyı tıklattı.
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , Tıklama ihtimali veya imkânı bulunmak
2. Tıklama becerisi bulunmak
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Tıklım tıklım
1. Çalışma köşem diye bildiğim yer ise tıklım tıkış, antikacı dükkânı gibi.
1. Çalışma köşem diye bildiğim yer ise tıklım tıkış, antikacı dükkânı gibi.
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Ağzına kadar, boş yer kalmayacak biçimde, tıklım tıkış, lebalep
1. Mal müdürlüğünün küçük ama tıklım tıklım dolu salonunda çıt çıkmıyordu.
1. Mal müdürlüğünün küçük ama tıklım tıklım dolu salonunda çıt çıkmıyordu.
tıka basa
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , İterek, zorla, aceleyle sokmak
1. Her birinin ağzına avucundaki et parçasını tıktı.
1. Her birinin ağzına avucundaki et parçasını tıktı.
2. teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , Sokmak
1. Hesap kitap, müfettiş derken Aslan'ı kafese tıkmışlar.
1. Hesap kitap, müfettiş derken Aslan'ı kafese tıkmışlar.