92406 kayıt bulundu.
kavuniçi, acı kavun, ağaç kavunu, Kırkağaç kavunu, Yuva kavunu
1. isim , isim , bitki bilimi , bitki bilimi , isim , isim , bitki bilimi , bitki bilimi , Kabakgillerden, sürüngen gövdeli, iri meyveli bir bitki (Cucum)
2. Bu bitkinin genellikle güzel kokulu, sulu ve etli meyvesi
1. `çocuk ana baba ocağında, herhangi bir kişi doğup büyüdüğü çevrede yetişir, gelişir` anlamında kullanılan bir söz
1. isim , isim , isim , isim , Pembeye çalan sarı renk
2. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Bu renkte olan
1. Beyaz ipek pantolon, kavuniçi ipek gömlek giyinmiş; saçları saman sarısı, teni pembe.
1. Beyaz ipek pantolon, kavuniçi ipek gömlek giyinmiş; saçları saman sarısı, teni pembe.
Telaffuz : kavu'niçi
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Kavunu andıran, kavuna benzeyen, kavun gibi, kavunumsu
1. Uzun boylu, biraz kavunsu kafalı, ufak burunlu, konuşkan bir adammış.
1. Uzun boylu, biraz kavunsu kafalı, ufak burunlu, konuşkan bir adammış.
1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Buğday, mısır vb. tahılların kuru yemiş gibi yenilmek için ateşte kavrulmuşu
1. yaptığı bir işi olduğundan daha çok, daha büyük veya daha farklı göstermek, abartmak
sac kavurması
1. isim , isim , isim , isim , Kavurmak işi
2. Kendi yağıyla pişirilip kavrulduktan sonra yenen veya dondurulup saklanan et
1. Sinide haşlanmış ve ikiye kesilmiş yumurtalar, yeşilsoğanlar, tulum peynirleri, kavurmalar vardı.
1. Sinide haşlanmış ve ikiye kesilmiş yumurtalar, yeşilsoğanlar, tulum peynirleri, kavurmalar vardı.
3. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Kavrulmuş olan
1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Kavrulmuş buğday
1. -i , -i , -i , -i , Bir şeyi bir kabın içinde kendisinden başka bir malzeme koymadan pişirmek
1. Madenden bir kap içine bunları koyup kavuracağız.
1. Madenden bir kap içine bunları koyup kavuracağız.
2. Rüzgâr, soğuk, sıcak vb. kurutmak, yakmak
1. Rüzgâr ekinleri kavurdu.
1. Rüzgâr ekinleri kavurdu.
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Çok üzmek, yakmak, mahvetmek
1. Memleketi kavuran kıtlık buranın semtine uğramamıştır.
1. Memleketi kavuran kıtlık buranın semtine uğramamıştır.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Kavurma yapmaya elverişli (yiyecek)
2. Kavurma için ayrılmış
1. -e , -e , -e , -e , Kavuşma ihtimali veya imkânı bulunmak
1. Ah bir anonim olmak, kalabalık içine karışıp kaybolmak tadına kavuşabilseydik.
1. Ah bir anonim olmak, kalabalık içine karışıp kaybolmak tadına kavuşabilseydik.
1. isim , isim , isim , isim , Kavuşmak işi, buluşma, telaki
1. Karısını ve kendisini memlekete dönmeye ve vatanına kavuşmaya ikna ettik.
1. Karısını ve kendisini memlekete dönmeye ve vatanına kavuşmaya ikna ettik.
2. bitki bilimi , bitki bilimi , bitki bilimi , bitki bilimi , Mantar ve yosun sınıfından bazı aşağı bitkilerde, yeni bir birey oluşturmak için iki ayrı hücrenin birleşmesi
1. -e , -e , -e , -e , Ayrı kalınan, sevilen bir kimseyle bir araya gelmek, onu yeniden görmek
2. Yokluğu çekilen veya çok istenen bir şeye erişmek, onu elde etmek
1. Vakitsiz kötürümleşen ruh, onun mucizesiyle ısındı, kımıldandı, doğruldu; bir sağlığa kavuşuyordu.
1. Vakitsiz kötürümleşen ruh, onun mucizesiyle ısındı, kımıldandı, doğruldu; bir sağlığa kavuşuyordu.
3. Katılmak
1. Fırat ve Dicle gibi yan yana akıyorlar, sonra birbirine kavuşuyorlar.
1. Fırat ve Dicle gibi yan yana akıyorlar, sonra birbirine kavuşuyorlar.
4. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Bir araya gelmek, birleşmek
1. Ceketin önü kavuşmuyor.
1. Ceketin önü kavuşmuyor.
5. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Güneş batmak
6. Varmak, ulaşmak