92406 kayıt bulundu.
1. isim , isim , isim , isim , Kavrama işi
2. Kavrama, anlama, algılama yetisi
3. Motorlu araçlarda lastiğin tam olarak yolu kavraması
4. felsefe , felsefe , felsefe , felsefe , Bir algının doğrudan doğruya kavranması
1. -i , -i , -i , -i , Çabucak kavramak
1. Ertesi günü ders bitimi, çocukların en cesur olanları olay yerine gidip yarım kulaç derinliğindeki çukuru gördüklerinde sahip oldukları gücü kavrayıverdiler.
1. Ertesi günü ders bitimi, çocukların en cesur olanları olay yerine gidip yarım kulaç derinliğindeki çukuru gördüklerinde sahip oldukları gücü kavrayıverdiler.
Telaffuz : kavrayı'vermek
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Kavrulmuş olan
2. Kurumaya yüz tutmuş
1. Armutların en fenası, en kavruk, en lekeli ve en hamı bile asildir.
1. Armutların en fenası, en kavruk, en lekeli ve en hamı bile asildir.
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Zayıf
1. İşe yaramaz, cansız bir merkebimiz vardı. Sütsüz ve kavruk bir de dişi devemiz.
1. İşe yaramaz, cansız bir merkebimiz vardı. Sütsüz ve kavruk bir de dişi devemiz.
4. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Yaşı ilerlemesine karşın iyi gelişememiş olan
1. Kalem gibi baldırlı, kavruk çocuklara para verdim.
1. Kalem gibi baldırlı, kavruk çocuklara para verdim.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Kavrulma ihtimali veya imkânı bulunmak
1. Herkes zar zor kendi yağıyla kavrulabilirken şimdi kimsenin ne yağı kaldı ne suyu ne seli.
1. Herkes zar zor kendi yağıyla kavrulabilirken şimdi kimsenin ne yağı kaldı ne suyu ne seli.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Kavurma işi yapılmak
2. Hayatın acılarına uğramak
1. Hayatın cehenneminde kavrulmuş bir insana bu kolay ve sakin ölümler yakışmıyor.
1. Hayatın cehenneminde kavrulmuş bir insana bu kolay ve sakin ölümler yakışmıyor.
3. Dış etkenler yüzünden özelliklerini yitirmek
1. Yeryüzünün sıcaktan kavrulduğu ve herkesin buram buram terlediği bu temmuz güneşinde benim ellerim buz gibi idi.
1. Yeryüzünün sıcaktan kavrulduğu ve herkesin buram buram terlediği bu temmuz güneşinde benim ellerim buz gibi idi.
4. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Yaşı ilerlemesine karşın iyi gelişememek, cılız kalmak
kavşak adası, döner kavşak
1. isim , isim , isim , isim , Yol vb. uzayıp giden şeylerin kesiştikleri veya birleştikleri yer
2. Bir ırmağın denize veya başka bir ırmağa döküldüğü, kavuştuğu yer, munsap
1. isim , isim , mimarlık , mimarlık , isim , isim , mimarlık , mimarlık , Kavşak içindeki hareketleri düzenleyen, üçgen, daire, dörtgen, damla vb. şekillerde olabilen ve dış kenarları bordür taşı ile sınırlandırılmış yapı
dalkavuk, karakavuk, bektaşikavuğu, sidik kavuğu
1. isim , isim , isim , isim , Pamuktan yapılmış, üzerine sarık sarılan erkek başlığı
1. Bu ziyafetlere gidilirken her günkü kavukla ferace ve samur kürk giyilir, atlara kemer rahtlar vurulurdu.
1. Bu ziyafetlere gidilirken her günkü kavukla ferace ve samur kürk giyilir, atlara kemer rahtlar vurulurdu.
2. halk ağzında , halk ağzında , halk ağzında , halk ağzında , İçi boş şey
3. anatomi , anatomi , anatomi , anatomi , İdrar torbası
1. bir kimseye yaranmak için onun söz veya davranışlarını uygun bulmak, onaylamak
1. Boş bulundun, oğlum, hiç olmazsa bir iki saat kavuk sallayacaksın.
1. Boş bulundun, oğlum, hiç olmazsa bir iki saat kavuk sallayacaksın.
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , isim , isim , eskimiş , eskimiş , Kavuk yapan veya satan kimse
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Birine yaranmak için onun söz veya davranışlarını uygun bulan, onaylayan kimse
1. isim , isim , isim , isim , Orta oyununda hikâyeyi anlatıp asıl görevi üstlenen, espri ve komiklik yapan kişi
Özel: Evet
dalkavukluk
1. isim , isim , isim , isim , Kavuk koymaya yarayan küçük raf
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Kavuk giymemiş
1. Üzerinde hafif elbiseler vardı, başı kavuksuzdu.
1. Üzerinde hafif elbiseler vardı, başı kavuksuzdu.