92406 kayıt bulundu.
1. isim , isim , isim , isim , Özlem
1. Hasretimden deli olacak hâle geldim.
1. Hasretimden deli olacak hâle geldim.
Lisan : Arapça ḥasret
1. gerektiği anda bir şeyin yokluğunu hissettirmek
1. Kış günü, çoluğu çocuğu battaniyeye hasret bırakıp hepsini topladım, balkonda yattım.
1. Kış günü, çoluğu çocuğu battaniyeye hasret bırakıp hepsini topladım, balkonda yattım.
1. özlem duymak
1. Geçmiş günlere hasret çekmiyorum. Çocukluğumu göresim gelmedi.
1. Geçmiş günlere hasret çekmiyorum. Çocukluğumu göresim gelmedi.
1. özleme son vermek, kavuşmak
1. Sonra ver elini ana baba ocağı. Hem hasret giderecektim hem de ruhumla dinlenecektim.
1. Sonra ver elini ana baba ocağı. Hem hasret giderecektim hem de ruhumla dinlenecektim.
1. çok özlemek
1. Ben dört sene onun hasretini çektim.
1. Ben dört sene onun hasretini çektim.
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , gereksinim duyduğu şeyi elde edememenin üzüntüsü içinde bulunmak
1. Dünya, barışın hasretini çekiyor.
1. Dünya, barışın hasretini çekiyor.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Hasreti olan, özlemli
1. İstanbul'un binlerce yüreği böyle bir inmenin hasretlisiydi.
1. İstanbul'un binlerce yüreği böyle bir inmenin hasretlisiydi.
1. isim , isim , isim , isim , Sevilen bir şey veya kimseden ayrı kalma durumu, ayrılık
1. Annesinin hasretliğine dayanamadı.
1. Annesinin hasretliğine dayanamadı.
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , Bir şeyin bütününü birine, bir şeye ayırmak, vermek
1. Biri köyüne döndü, biri de evine kapanıp kalan ömrünü torunlarına hasretti.
1. Biri köyüne döndü, biri de evine kapanıp kalan ömrünü torunlarına hasretti.
Lisan : Arapça ḥaṣr + Türkçe etmek
Telaffuz : ha'sretmek
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Bir şeyin bütünü birine, bir şeye ayrılmak, verilmek
Lisan : Arapça ḥaṣr + Türkçe olmak
Telaffuz : ha'srolmak
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Bir şey bütünüyle birine verilmek, ayrılmak
Lisan : Arapça ḥaṣr + Türkçe olunmak
Telaffuz : ha'srolunmak
hassa askeri
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , isim , isim , eskimiş , eskimiş , Özellik
1. Büyüklerin çoğunda bu hassa yoktur.
1. Büyüklerin çoğunda bu hassa yoktur.
Lisan : Arapça ḫāṣṣa
1. isim , isim , isim , isim , Hatay iline bağlı ilçelerden biri
Özel: Evet
Telaffuz : ha'ssa
1. isim , isim , tarih , tarih , isim , isim , tarih , tarih , Hükümdarı korumakla görevli askerî sınıf
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Duyum ve duyguları algılayan
1. Halıda kaybolan ayak seslerini evvela Peregrini'nin hassas kulakları sezdi.
1. Halıda kaybolan ayak seslerini evvela Peregrini'nin hassas kulakları sezdi.
2. Duyarlı
1. İri yarı bir adam olmakla beraber pek hassastı.
1. İri yarı bir adam olmakla beraber pek hassastı.
3. Çabuk etkilenen
1. Düşmanın en hassas ve mühim noktası orası idi.
1. Düşmanın en hassas ve mühim noktası orası idi.
4. En küçük değerleri, incelikleri dahi algılayabilen
1. Bu laboratuvarda hassas ölçümler yapılıyor.
1. Bu laboratuvarda hassas ölçümler yapılıyor.
5. Yapımı ve bakımı özen isteyen, aksamadan çok doğru çalışan, kesin ölçüler gerektiren işlerde kullanılan (alet)
1. Hassas terazi.
1. Hassas terazi.
Lisan : Arapça ḥassās
1. duyarlı davranmak
2. çabuk duygulanmak
1. Sanatkârlar böyle cümlelere karşı pek hassas oluyorlar.
1. Sanatkârlar böyle cümlelere karşı pek hassas oluyorlar.
1. isim , isim , isim , isim , Duyarlık
1. Senelerden beri çektiğim korku bende umulmaz bir hassasiyet uyandırmıştı.
1. Senelerden beri çektiğim korku bende umulmaz bir hassasiyet uyandırmıştı.
Lisan : Arapça ḥassāsiyyet
Telaffuz : hassa:siyet
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Duyarlıklı
1. Acaba dünyada, bu ölçüden daha rikkatli, hassasiyetli ve hikmetli ne duydunuz?
1. Acaba dünyada, bu ölçüden daha rikkatli, hassasiyetli ve hikmetli ne duydunuz?