92406 kayıt bulundu.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Çentikli duruma gelmek
1. Masanın kenarı çentiklenmiş.
1. Masanın kenarı çentiklenmiş.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Üzerinde çentik bulunan
1. Avucunu kapının tozlu ve çentikli tahtası üzerinde gezdirdi.
1. Avucunu kapının tozlu ve çentikli tahtası üzerinde gezdirdi.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Çentilme ihtimali veya imkânı bulunmak
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Çentme işine konu olmak
1. Kılıçlar çentiliyor, kalkanlar parçalanıyor, tolgalar kırılıyor ve savaşçıların soluması bütün sesleri bastırıyordu.
1. Kılıçlar çentiliyor, kalkanlar parçalanıyor, tolgalar kırılıyor ve savaşçıların soluması bütün sesleri bastırıyordu.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , İyi arkadaşlık eden, saygılı, görgülü, kibar (erkek)
1. Doğrusu ben o zamana kadar bu kadar zarif ve centilmen bir Türk generali görmemiştim.
1. Doğrusu ben o zamana kadar bu kadar zarif ve centilmen bir Türk generali görmemiştim.
Lisan : Fransızca gentleman
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Centilmene yakışan
1. Centilmence bir davranış.
1. Centilmence bir davranış.
2. zarf , zarf , zarf , zarf , (centilme'nce) Centilmene yakışır bir biçimde
1. Eh bizim manikürler elhak iyi işlemiş ve intikamım centilmence alınmıştı.
1. Eh bizim manikürler elhak iyi işlemiş ve intikamım centilmence alınmıştı.
centilmenlik anlaşması
1. isim , isim , isim , isim , Centilmen olma durumu
2. Centilmene yakışır davranış
1. Hiç ses çıkarmadım. Tabii centilmenlik icabı.
1. Hiç ses çıkarmadım. Tabii centilmenlik icabı.
1. isim , isim , isim , isim , Hukuksal ve resmî olmayan ancak tarafların karşılıklı güvenlerine dayanan sözlü anlaşma
1. -i , -i , -i , -i , Bir şeyin kenarında kertik açmak
2. -le , -le , -le , -le , Soğan, salatalık vb.ni küçük ve ince parçalar biçiminde doğramak
1. Yabansı çiçeklerden toz toplayıp tunç havanda dövdüler, içine sabun çenttiler.
1. Yabansı çiçeklerden toz toplayıp tunç havanda dövdüler, içine sabun çenttiler.
1. sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , Güneyle ilgili, güneye özgü olan
Lisan : Arapça cenūbī
Telaffuz : cenu:bi:
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , isim , isim , eskimiş , eskimiş , Güney
Lisan : Arapça cenūb
Telaffuz : cenu:bu
cep defteri, cep faresi, cep feneri, cep harçlığı, cep kitabı, cep saati, cep sözlüğü, cep takvimi, cep telefonu, cep televizyonu, iç cep, yalancı cep, cebi delik, kitap cebi, saat cebi, sığınma cebi, canı cebinde
1. isim , isim , isim , isim , Genellikle bir şey koymaya yarayan, giysinin belli bir yeri açılarak içine yerleştirilen astardan yapılmış parça
1. Bayramın her günü gelirler, ellerini ceplerine sokarak dolaşırlardı.
1. Bayramın her günü gelirler, ellerini ceplerine sokarak dolaşırlardı.
2. Trafiği kolaylaştırmak, araçların durabilmesine olanak sağlamak için yaya kaldırımları veya şehirler arası yolların kenarlarında bulunan taşıt yanaşma yeri
3. Cep telefonu
1. Seninle yarın cepten konuşuruz.
1. Seninle yarın cepten konuşuruz.
4. askerlik , askerlik , askerlik , askerlik , Savaş alanının bir yerinde düşmanın geriletilmesiyle ortaya çıkan taktik durum, çökertme
5. spor , spor , spor , spor , Otomobil yarışlarında arabalarının yarışa başladıkları nokta
Lisan : Arapça ceyb
1. isim , isim , isim , isim , Cepte taşınabilen, pilli, küçük fener
1. Köye ilk cep fenerini o sokmuş.
1. Köye ilk cep fenerini o sokmuş.
1. isim , isim , isim , isim , Bir kimseye ufak tefek gündelik harcamalarını karşılaması için verilen para
1. Cep harçlığımı bile annemden almak gücüme gidiyordu.
1. Cep harçlığımı bile annemden almak gücüme gidiyordu.
1. günlük masrafını karşılayacak kadar kazanç sahibi olmak
1. Tuttuğu odayı ayda üç bin Frankla başkasına veriyor, arada hiç olmazsa cep harçlığını çıkarıyordu.
1. Tuttuğu odayı ayda üç bin Frankla başkasına veriyor, arada hiç olmazsa cep harçlığını çıkarıyordu.