92406 kayıt bulundu.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , İyice
1. Daima sıkı sıkı kapalı demir kepenkler işlerini göremez hâle geliyorlardı.
1. Daima sıkı sıkı kapalı demir kepenkler işlerini göremez hâle geliyorlardı.
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Çok sıkı olarak, sımsıkı
1. Hemen korkarak gözlerimi sıkı sıkıya yumdum, bütün bu intibaları unutmaya uğraştım.
1. Hemen korkarak gözlerimi sıkı sıkıya yumdum, bütün bu intibaları unutmaya uğraştım.
2. İyice
1. Biçimler sonsuz ve ölümsüzdür ama maddeye sıkı sıkıya bağlıdırlar.
1. Biçimler sonsuz ve ölümsüzdür ama maddeye sıkı sıkıya bağlıdırlar.
1. önem vermek
1. İşini sıkı tut.
1. İşini sıkı tut.
2. sürekli olarak denetlemek, kontrol altında bulundurmak
3. bir işte disiplinli olmak
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Sıkı bir biçimde
1. İncecik belini alev renkli ipek bir kemerle sıkıca sardı.
1. İncecik belini alev renkli ipek bir kemerle sıkıca sardı.
Telaffuz : sıkı'ca
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , İç sıkan, can sıkan, tedirgin eden
1. Etrafında her şey ona sıkıcı ve manasız geliyor.
1. Etrafında her şey ona sıkıcı ve manasız geliyor.
1. argo , argo , argo , argo , dayak atmak
1. Onlarla ahbaplıkta direnirse iş kolaydı; kapıaltına çekilir, güzel bir sıkıdan geçirilirdi.
1. Onlarla ahbaplıkta direnirse iş kolaydı; kapıaltına çekilir, güzel bir sıkıdan geçirilirdi.
1. -i , -i , -i , -i , Sıkı duruma getirmek
2. Sıkıştırmak
3. Dolma tüfek, tabanca vb. ateşli silahları ağızdan doldurup sıkıştırmak
4. İyice tembih etmek
5. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Bunaltmak
6. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Zorlamak
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Utangaç
1. Eski mahcup, sıkılgan Hüsam Efendi, şimdi çaçaron bir şey olmuştu.
1. Eski mahcup, sıkılgan Hüsam Efendi, şimdi çaçaron bir şey olmuştu.
1. isim , isim , isim , isim , Sıkılgan olma durumu
1. Hâlinde tereddüde, sıkılganlığa, korkaklığa benzer hafif bir şaşkınlık var.
1. Hâlinde tereddüde, sıkılganlığa, korkaklığa benzer hafif bir şaşkınlık var.
ağzı sıkılık, eli sıkılık
1. isim , isim , isim , isim , Sıkı olma durumu
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Cimrilik
1. isim , isim , isim , isim , Sıkılma işi
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Utanma ve çekinme duygusu, hicap
utana sıkıla
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Sıkma işi yapılmak
1. Çamaşırlar sıkıldı.
1. Çamaşırlar sıkıldı.
2. -den , -den , -den , -den , Can sıkıntısı duymak
1. Ama lunaparkların işlemeli dönme dolaplarına bakmaktan hiç sıkılmadı.
1. Ama lunaparkların işlemeli dönme dolaplarına bakmaktan hiç sıkılmadı.
3. Utanıp çekinmek
1. O dakikadan dakikaya daha ziyade şaşırıyor, sıkılıyor, buradan kurtulmak istiyordu.
1. O dakikadan dakikaya daha ziyade şaşırıyor, sıkılıyor, buradan kurtulmak istiyordu.
4. Sıkıntıya düşmek
1. isim , isim , isim , isim , Sıkılmaz olma durumu
1. Hicap bir ayıp; utanmazlık, sıkılmazlık, yılışıklık bir meziyet oldu.
1. Hicap bir ayıp; utanmazlık, sıkılmazlık, yılışıklık bir meziyet oldu.
1. isim , isim , isim , isim , Sıkma işi
2. Avucun sıkıldığında alabildiği miktar
3. Bir defada sıkılan miktar
1. Kadın, çiğ köfteden bir sıkımını kocasına uzattı.
1. Kadın, çiğ köfteden bir sıkımını kocasına uzattı.
4. Ateşli silahlarda bir atış için yeterli olan miktar
ıkına sıkına
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Kendini sıkmak, zorlamak
can sıkıntısı, geçim sıkıntısı
1. isim , isim , isim , isim , İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik vb. sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk, cefa, eziyet
1. İçinin sıkıntısını ondan mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı.
1. İçinin sıkıntısını ondan mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı.
2. Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, mihnet
1. Sıkıntı ve ızdırapla sağa sola döndüm.
1. Sıkıntı ve ızdırapla sağa sola döndüm.
3. Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı
1. İhtiyarın bir para sıkıntısı içinde olduğunu o söylemeden ben keşfetmiştim.
1. İhtiyarın bir para sıkıntısı içinde olduğunu o söylemeden ben keşfetmiştim.
4. Bulunmama durumu
1. Yüklü servetini cömertçe harcamaması nedeniyle piyasada para sıkıntısı baş gösterdi.
1. Yüklü servetini cömertçe harcamaması nedeniyle piyasada para sıkıntısı baş gösterdi.
5. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Sorun, mesele, sendrom, problem
1. Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu.
1. Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu.