92406 kayıt bulundu.
1. -i , -i , -i , -i , Raspa kullanarak boyaları, pasları kazımak, pürüzleri gidermek veya iki yüzeyi birbirine yapıştırmak, oturtmak
rastgele
1. sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , Doğru, düzgün
2. isim , isim , isim , isim , Tesadüf
3. isim , isim , isim , isim , Atılan şey hedefi vurma
Lisan : Farsça rāst
1. isim , isim , müzik , müzik , isim , isim , müzik , müzik , Klasik Türk müziğinde bir makam
Lisan : Farsça rāst
1. düşünmediği, ummadığı hâlde karşılaşmak, rastlamak, tesadüf etmek
1. Fukara bir denizciye rast gelirsen süngerlerimden birkaç tanesini ona ver, gönlünden koparsa.
1. Fukara bir denizciye rast gelirsen süngerlerimden birkaç tanesini ona ver, gönlünden koparsa.
2. düşünmediği veya düşülmediği hâlde payına düşmek
1. Kumaşın iyisi bana rast geldi.
1. Kumaşın iyisi bana rast geldi.
3. atılan şey hedefi bulmak
1. Kitabı attım, arkadaşımın sol ayağına rast geldi.
1. Kitabı attım, arkadaşımın sol ayağına rast geldi.
4. tesadüf etmek, denk gelmek
1. Yumrukları ile başına, ne tarafına rast gelirse vurmaya, tekrar vurmaya başladı.
1. Yumrukları ile başına, ne tarafına rast gelirse vurmaya, tekrar vurmaya başladı.
1. rast gelmesini sağlamak
1. Üç kurşun attı, ikisini rast getirdi.
1. Üç kurşun attı, ikisini rast getirdi.
2. kollamak, seçmek
1. Neşeli bir anında rast getirip dilediğimi söyledim, hemen kabul etti.
1. Neşeli bir anında rast getirip dilediğimi söyledim, hemen kabul etti.
3. aranmakta olan bir şeyi veya kimseyi umulmadık bir yer ve zamanda bulmak
4. Tanrı, uygun getirmek, başarılı kılmak
1. Allah işinizi rast getirsin.
1. Allah işinizi rast getirsin.
1. uygun düşmek, istenilen biçimde gelişmek
1. İşi rast gidiyor.
1. İşi rast gidiyor.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Gelişigüzel
1. Bu özü susma ile tanımlamak pek kişisel, rastgele bir yargı kurmak oluyor.
1. Bu özü susma ile tanımlamak pek kişisel, rastgele bir yargı kurmak oluyor.
2. zarf , zarf , zarf , zarf , (ra'stgele) Seçmeden, iyisini kötüsünü ayırmadan, gelişigüzel, lalettayin
1. Asılanları deniz kenarında, rastgele atıldıkları çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar.
1. Asılanları deniz kenarında, rastgele atıldıkları çukurlar içinde kumluğa gömüyorlar.
Telaffuz : ra'stgele
1. isim , isim , isim , isim , Kadınların kaşlarını veya saçlarını boyamak için sürdükleri siyah boya
1. Rastıkla, yanağındaki beni boyamayı da unutmadı.
1. Rastıkla, yanağındaki beni boyamayı da unutmadı.
2. Sürme (II)
Lisan : Farsça rāsuḫt
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Rastık sürülmüş olan (kaş veya saç)
1. Kaşları rastıklı taze, tatlı bir gözle şimdi kendilerine yaklaşmış askeri süzdü.
1. Kaşları rastıklı taze, tatlı bir gözle şimdi kendilerine yaklaşmış askeri süzdü.
1. -e , -e , -e , -e , Bir kimse ile karşı karşıya gelmek, karşılaşmak, rast gelmek, tesadüf etmek
1. Hava kararmaya başladığında, mezarlıkta sadece bir kişiye rastladı.
1. Hava kararmaya başladığında, mezarlıkta sadece bir kişiye rastladı.
2. Herhangi bir şeyle karşı karşıya gelmek
1. Birbirini bütün tedaileriyle karşılayan iki kelimeye ne aynı dilde rastlarsınız ne iki ayrı dilde.
1. Birbirini bütün tedaileriyle karşılayan iki kelimeye ne aynı dilde rastlarsınız ne iki ayrı dilde.
3. Atılan şey hedefi bulmak, rast gelmek
1. Taş cama rastladı.
1. Taş cama rastladı.
1. -e , -e , -e , -e , Rastlanma ihtimali veya imkânı bulunmak
1. Sonuçta, zorbalığa en karşı olduklarını söyleyenler arasında bile bu eğilime rastlanabildiğini üzülerek gördüm.
1. Sonuçta, zorbalığa en karşı olduklarını söyleyenler arasında bile bu eğilime rastlanabildiğini üzülerek gördüm.
1. isim , isim , isim , isim , Rastlanmak işi
1. Ara sıra daha eski dil hususiyetlerine rastlanması tabiidir.
1. Ara sıra daha eski dil hususiyetlerine rastlanması tabiidir.
1. -e , -e , -e , -e , Karşılaşılmak, rast gelinmek, tesadüf edilmek
1. Bale sahasında rastlanan menfi olayları astronomimizde de maalesef müşahede etmekteyiz.
1. Bale sahasında rastlanan menfi olayları astronomimizde de maalesef müşahede etmekteyiz.
1. isim , isim , isim , isim , Bilgiye, isteğe, kurala veya belli bir sebebe dayanmaksızın oluveren karşılaşma, tesadüf
1. Bir gün Sahaflar Çarşısı'nda amaçsızca dolaşırken rastlantıyla eline bir kitap geçmiş.
1. Bir gün Sahaflar Çarşısı'nda amaçsızca dolaşırken rastlantıyla eline bir kitap geçmiş.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Rastlantı ile ilgili, tesadüfi
1. Dünya ne denli rastlantısal ise şiir de o denli rastlantısaldır.
1. Dünya ne denli rastlantısal ise şiir de o denli rastlantısaldır.
1. nesnesiz , nesnesiz , -le , -le , nesnesiz , nesnesiz , -le , -le , Rastlaşma ihtimali veya imkânı bulunmak