92406 kayıt bulundu.
1. nesnesiz , nesnesiz , -le , -le , halk ağzında , halk ağzında , nesnesiz , nesnesiz , -le , -le , halk ağzında , halk ağzında , İmece ile iş yapmak, yardımlaşmak
1. sıfat , sıfat , halk ağzında , halk ağzında , sıfat , sıfat , halk ağzında , halk ağzında , Kaba, biçimsiz
2. Davranışları kaba olan
Kubbealtı, ana kubbe, gök kubbe, yarım kubbe
1. isim , isim , mimarlık , mimarlık , isim , isim , mimarlık , mimarlık , Yarım küre biçiminde olan ve yapıyı örten dam, kümbet
1. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filan hepsi tamamdı.
1. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filan hepsi tamamdı.
Lisan : Arapça ḳubbe
1. isim , isim , tarih , tarih , isim , isim , tarih , tarih , Osmanlı vezirlerinin devlet işlerini görüşmek için toplandıkları Topkapı Sarayı'ndaki alan, Divanhane
Özel: Evet
Telaffuz : kubbe'altı
kubbeli delik
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Kubbesi olan
2. Kubbe biçiminde olan
1. isim , isim , biyoloji , biyoloji , isim , isim , biyoloji , biyoloji , Trakeit gözelerinin uçlarında bulunan ve besin suyunun düşey yönde ilerlemesini sağlayan geçiş yolu
yarı kübik
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Küp ve kesme biçiminde olan
2. Kübizm akımına uyularak yapılan
1. Kübik yapı.
1. Kübik yapı.
2. Kübik resim.
2. Kübik resim.
3. matematik , matematik , matematik , matematik , Küp (II) biçiminde olan
Lisan : Fransızca cubique
1. isim , isim , isim , isim , Kübizmi uygulayan, kübizm yanlısı kimse
Lisan : Fransızca cubiste
1. isim , isim , isim , isim , Nesneleri geometrik biçimlerde gösteren bir sanat akımı
Lisan : Fransızca cubisme
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , isim , isim , eskimiş , eskimiş , Tuvalet deliğinden lağıma inen boru
2. Boru biçiminde kap
1. Ok kuburu.
1. Ok kuburu.
3. Bir tür tabanca, dolma tabanca
1. silah atmak, tabanca sıkmak
1. Oğlum, ben karanlığa kubur sıkmam.
1. Oğlum, ben karanlığa kubur sıkmam.
1. isim , isim , isim , isim , Tabanca kılıfı
2. Kuburun konduğu yer
1. Gözlerini eyerin kuburluklarıyla atın doru boynunda hasıl olan gölgeli çizgiye dikmişti.
1. Gözlerini eyerin kuburluklarıyla atın doru boynunda hasıl olan gölgeli çizgiye dikmişti.
1. düşman, felaket, sefalet vb. kötü şeylerin veya durumların içine düşmek, onlarla karşılaşmak
1. kucağına oturmak
1. Ertesi gün aynı saatlerde, beş buçuk yaşındaki gene aynı edayla kuruluvermişti dedesinin kucağına.
1. Ertesi gün aynı saatlerde, beş buçuk yaşındaki gene aynı edayla kuruluvermişti dedesinin kucağına.
1. dizlerinin üstüne oturmak
2. argo , argo , argo , argo , yaltaklanmak
3. argo , argo , argo , argo , birinin amaçlarına alet olmak
Ön Takı : (birinin)
kucak çocuğu, kucak dolusu, kucak kucağa, kucak kucak, kucaktan kucağa, karakucak, ana kucağı
1. isim , isim , isim , isim , Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm, aguş
1. Kucağımdaki yavrumla yapayalnız kalmıştık.
1. Kucağımdaki yavrumla yapayalnız kalmıştık.
2. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Açık kollarla göğüs arasına sığabilen miktarda olan
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Herhangi bir durumun veya şeyin sınırlarının arası, iç
1. Oralar her saldırganlıktan korunmuş Türk kucağı idi.
1. Oralar her saldırganlıktan korunmuş Türk kucağı idi.
4. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Ortam, ocak
1. On yıl var ayrıyım Kına Dağı'ndan / Baba ocağından, yâr kucağından
1. On yıl var ayrıyım Kına Dağı'ndan / Baba ocağından, yâr kucağından
1. korumak
1. Paris'teki hemşehriler bana büyük bir sevgi ve emniyetle kucaklarını açmışlardı.
1. Paris'teki hemşehriler bana büyük bir sevgi ve emniyetle kucaklarını açmışlardı.
2. sığınacak yer vermek
1. Her çalışmak isteyene kucak açmışlardı.
1. Her çalışmak isteyene kucak açmışlardı.
Ön Takı : (birine)
1. isim , isim , isim , isim , Yürüyemeyen, kucakta gezdirilen çocuk
2. Sürekli olarak kucağa almaya alıştırılan çocuk
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Pek çok, pek bol
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Birbirine sarılmış veya birbirine yüz yüze sokulmuş bir durumda
1. Topla sürülen karışık topraklar, kucak kucağa kanları içinde yatan savaşçılar.
1. Topla sürülen karışık topraklar, kucak kucağa kanları içinde yatan savaşçılar.
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , İç içe, yan yana, beraberce
1. Şiirle dua, felsefe ile din, inkârla iman kucak kucağa.
1. Şiirle dua, felsefe ile din, inkârla iman kucak kucağa.
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Bol bol
1. Büyük kapıdan kucak kucak koltuk değnekleri çıkardılar.
1. Büyük kapıdan kucak kucak koltuk değnekleri çıkardılar.
2. Kucaklanabilecek miktarda olan