Sözlük

Her geçen gün büyüyen ve güncellenen TDE sözlüğü...

92406 kayıt bulundu.

Sırala
hesaplattırmak fiil
Anlamı:

1. -i , -i , -i , -i , Hesaplamasını sağlamak


hesaplayabilme
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Hesaplayabilmek işi


hesaplayabilmek fiil
Anlamı:

1. -i , -i , -i , -i , Hesaplama ihtimali veya imkânı bulunmak

2. Hesaplama becerisi bulunmak


hesaplayış
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Hesaplama işi


hesaplı
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Satın alınabilen, bütçeye uygun, ekonomik

Örnek:

1. Hesaplı bir alışveriş.

1. Hesaplı bir alışveriş.

2. Parasını ölçülü harcayan, tutumlu

Örnek:

1. Hesaplı adam.

1. Hesaplı adam.

3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Ayrıntılarıyla düşünülüp tasarlanmış, planlı, rasyonel

Örnek:

1. Servetini, bu çalışması, bu hesaplı yaşayışıyla yaptığı kanısındaydı.

1. Servetini, bu çalışması, bu hesaplı yaşayışıyla yaptığı kanısındaydı.

4. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Ölçülü davranan, ölçülü

Örnek:

1. Sana şu aşağıda yazacaklarıma ciddi, hesaplı, zeki olmayı kararlaştırdığım sabahların birinde başlamıştım.

1. Sana şu aşağıda yazacaklarıma ciddi, hesaplı, zeki olmayı kararlaştırdığım sabahların birinde başlamıştım.


hesaplı hareket etmek
Anlamı:

1. ölçülü davranmak


hesaplıca
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Hesaplı

2. zarf , zarf , zarf , zarf , (hesaplı'ca) Hesaplı bir biçimde


hesaplılık
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Hesaplı olma durumu


hesapsız

İlgili Kelimeler:

hesapsız kitapsız, hadsiz hesapsız

Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Hesabı tutulmayan

2. Sayılamayacak kadar çok olan

Örnek:

1. Şimdiye kadar hesapsız vaatlerde bulundu ama hiçbirini tutmadı.

1. Şimdiye kadar hesapsız vaatlerde bulundu ama hiçbirini tutmadı.

3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Önceden iyi düşünülmemiş, sonu belli olmayan

Örnek:

1. Hesapsız bir işe girişti.

1. Hesapsız bir işe girişti.

4. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Ölçüsüz, tutumsuz, savruk, müsrif


hesapsız kitapsız
Anlamı:

1. zarf , zarf , zarf , zarf , Deftere geçirmeden veya belgeye bağlamadan

2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Sorumsuz, ölçüsüz bir biçimde

Örnek:

1. Bu hususta hesapsız kitapsız bol para sarf ediyordu.

1. Bu hususta hesapsız kitapsız bol para sarf ediyordu.


hesapsızca
Anlamı:

1. zarf , zarf , zarf , zarf , Hesapsız bir biçimde


Telaffuz : hesapsı'zca

hesapsızlık
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Hesapsız olma durumu

2. Hesapsızca davranış


hesapta olmamak
Anlamı:

1. daha önce düşünülen şeylerin dışında olmak


hesaptan düşmek
Anlamı:

1. hesaptan, borçtan, alacaktan indirmek, çıkarmak


Ön Takı : (bir şeyi)

heterodoks
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Kabul edilmiş din kurallarına aykırı

2. Aykırı düşüncelere veya ilkelere saplanmış


Lisan : Fransızca hétérodoxe

heterojen
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , kimya , kimya , sıfat , sıfat , kimya , kimya , Ayrışık


Lisan : Fransızca hétérogène

heteroseksüel
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Karşı cinsi arzulayan


Lisan : Fransızca hétérosexuel

Telaffuz : hetero'seksüel

heteroseksüellik
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Heteroseksüel olma durumu


heterotrof
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , biyoloji , biyoloji , sıfat , sıfat , biyoloji , biyoloji , Dışbeslenen


Lisan : Fransızca hétérotrophe

heterotrofi
Anlamı:

1. isim , isim , biyoloji , biyoloji , isim , isim , biyoloji , biyoloji , Dış beslenme


Lisan : Fransızca hétérotrophie

hevenk
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Bir ipe, bir çubuğa geçirilmiş, dizilmiş veya birbirine bağlanmış yaş meyve ve sebze bağı

Örnek:

1. Tavanda hevenk hevenk üzümler, elmalar, armutlar, ayvalar sarkıyordu.

1. Tavanda hevenk hevenk üzümler, elmalar, armutlar, ayvalar sarkıyordu.


Lisan : Farsça āveng

heves
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , İstek, eğilim, arzu, şevk

Örnek:

1. İşin doğrusu birbirimizin özel yaşamını öğrenmeye ne vaktimiz olurdu ne de hevesimiz.

1. İşin doğrusu birbirimizin özel yaşamını öğrenmeye ne vaktimiz olurdu ne de hevesimiz.

2. Gelip geçici istek


Lisan : Arapça heves

heves etmek
Anlamı:

1. bir şeye karşı istek duymak, eğilimli olmak

Örnek:

1. Birçoklarının bu havaya uydukları ve artık refahlarını devlet kapılarının dışında aramaya heves ettikleri zamanlardı.

1. Birçoklarının bu havaya uydukları ve artık refahlarını devlet kapılarının dışında aramaya heves ettikleri zamanlardı.


hevesi kalmamak
Anlamı:

1. şevki kırılmak, isteği kalmamak


hevesi kursağında (veya boğazında veya içinde) kalmak
Anlamı:

1. istediği, imrendiği şeyi elde edememek

Örnek:

1. Gazetenin yayını kesildi, çaresiz İzmir'e döndüm fakat hevesim kursağımda kalmıştı.

1. Gazetenin yayını kesildi, çaresiz İzmir'e döndüm fakat hevesim kursağımda kalmıştı.

2. Bütün hevesim boğazımda kaldı. Küstüm oturdum.

2. Bütün hevesim boğazımda kaldı. Küstüm oturdum.