92406 kayıt bulundu.
1. `görmesini bilen kişiden hiçbir şey gizlenemez` anlamında kullanılan bir söz
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Gözü olmayan
1. Gözsüz masa.
1. Gözsüz masa.
2. Görme engelli
1. dikkati bir yerde toplanmak
1. Masalarda oturan kadınların en ufak bir harekette gözleri kapıdaydı.
1. Masalarda oturan kadınların en ufak bir harekette gözleri kapıdaydı.
1. uyanmak
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , iyiyi kötüyü veya kendisine yarayanı ayırt eder duruma gelmek
1. Mektepten, kitaplardan fazla bu gençlerin muhitinde gözleri açılmış.
1. Mektepten, kitaplardan fazla bu gençlerin muhitinde gözleri açılmış.
1. aşırı bir isteğin, öfkenin etkisiyle ne yaptığını bilmez duruma gelmek
1. Teşebbüs, hamle, gayret, aksiyon ne demektir, bu gözü dönmüş insanlardan öğrenmek lazım.
1. Teşebbüs, hamle, gayret, aksiyon ne demektir, bu gözü dönmüş insanlardan öğrenmek lazım.
1. güçlü bir ışık sebebiyle göz bakamaz olmak
1. Güneş hiç olmadığı kadar parlaktı, gözlerim kamaştı.
1. Güneş hiç olmadığı kadar parlaktı, gözlerim kamaştı.
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , çok etkilenmek
1. başı dönmek, hafif baygınlık geçirmek
1. Duvar tarafına doğru bir adım atarak evet cevabını veren Orhan'ın gözleri gene kararıyordu.
1. Duvar tarafına doğru bir adım atarak evet cevabını veren Orhan'ın gözleri gene kararıyordu.
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , umutsuzluğun veya aşırı bir isteğin etkisi altında ne yaptığını bilmez duruma gelmek
1. İnsan sevgisi ne kadar yoğunsa gözü karardığında cesareti de o denli delice idi.
1. İnsan sevgisi ne kadar yoğunsa gözü karardığında cesareti de o denli delice idi.
1. gözünde hafifçe şaşılık bulunmak
2. istemeyerek bakıvermek
1. İstemeye istemeye gözleri lokantacıya kaçtı.
1. İstemeye istemeye gözleri lokantacıya kaçtı.
2. Gözlerim gene ayakkabılarıma kaydı, yanları patlamıştı.
2. Gözlerim gene ayakkabılarıma kaydı, yanları patlamıştı.
3. bayılmak sırasında gözünün akı çoğalmak
1. göze hoş görünmek
1. Kadıköy'den Fenerbahçe'ye kadar olan saha, gözleri okşayan bağlarla örtülüdür.
1. Kadıköy'den Fenerbahçe'ye kadar olan saha, gözleri okşayan bağlarla örtülüdür.
1. dikkati çeken bir şeyden bakışlarını ayıramamak
1. Gözleri başka bir sahifenin ortalarına takıldı.
1. Gözleri başka bir sahifenin ortalarına takıldı.
1. kıskançlık sebebiyle herkesin ilgisini çekmek
1. O, dükkânı sana vereyim, dedi, ben istemedim. Neme lazım, bin kişinin gözü üstünde kalacak.
1. O, dükkânı sana vereyim, dedi, ben istemedim. Neme lazım, bin kişinin gözü üstünde kalacak.
2. herkesin dikkatini çekmek
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Uyanık, becerikli (kimse)
1. önceden iyi göremediği bir şeyi sonradan görür olmak
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , bir şey ilk etkisini yitirmek, yadırganmaz olmak
1. bırakılan bir şey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek
1. Benim gibi bir adama teslim ettikten sonra gözü arkada kalmazdı.
1. Benim gibi bir adama teslim ettikten sonra gözü arkada kalmazdı.
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Aymaz
2. zarf , zarf , zarf , zarf , Sorup soruşturmaksızın, bakıp anlamadan
1. Tereddüde düşmeksizin hemen bu çağrıya koşacaktı ve belki de bu yaratığın ileri süreceği daha başka şartları da gözü bağlı kabul edecekti.
1. Tereddüde düşmeksizin hemen bu çağrıya koşacaktı ve belki de bu yaratığın ileri süreceği daha başka şartları da gözü bağlı kabul edecekti.