92406 kayıt bulundu.
1. hiç umulmayan, hiç beklenmeyen bir şeyin görülmesi karşısında şaşırmak
1. gözlerini yarı kapamak
1. İnleyerek, gözlerini bayıltarak nasıl düştüğünü anlatıyor.
1. İnleyerek, gözlerini bayıltarak nasıl düştüğünü anlatıyor.
1. gözlerini, akı çok görünecek biçimde açmak
1. Birisinin âşıklı maşuklu bir masal söylediğini işitti mi karşısında apışıp gözlerini belertiyordu.
1. Birisinin âşıklı maşuklu bir masal söylediğini işitti mi karşısında apışıp gözlerini belertiyordu.
1. gözlerini aşırı yormak
1. Her gece fasılasız çalışmak gözlerimi bitirdi.
1. Her gece fasılasız çalışmak gözlerimi bitirdi.
1. öfke ile bakmak
1. Şerbetçide temiz bardak bulamayan müşteri, gözlerini devire devire bağırıyor.
1. Şerbetçide temiz bardak bulamayan müşteri, gözlerini devire devire bağırıyor.
1. biriyle göz göze gelmemek için gözlerini başka tarafa çevirmek
1. Bazen böyle bir tesadüf olursa gözlerini kaçırmayı doğru bulmuyorlardı.
1. Bazen böyle bir tesadüf olursa gözlerini kaçırmayı doğru bulmuyorlardı.
1. çok sevindiği yüzünden, gözlerinden belli olmak
1. Zayıf bir kızı severdim / Gözlerinin içi gülerdi
1. Zayıf bir kızı severdim / Gözlerinin içi gülerdi
1. -i , -i , -i , -i , Gözleme ihtimali veya imkânı bulunmak
2. Gözlemeye gücü yetmek
açgözlü, ahu gözlü, ak gözlü, badem gözlü, çekik gözlü, çıyan gözlü, gök gözlü, kaşlı gözlü, kıpık gözlü, lokma gözlü, menekşe gözlü, mühür gözlü, patlak gözlü, pek gözlü, sulu gözlü, tirşe gözlü, tokgözlü, yumuk gözlü
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Gözü olan
2. Herhangi bir biçimde veya renkte gözü olan
1. Yeşil gözlülerin dünyayı yeşil görüp görmediklerine meraklanıp gezindiği çocukluk günlerini anlattı.
1. Yeşil gözlülerin dünyayı yeşil görüp görmediklerine meraklanıp gezindiği çocukluk günlerini anlattı.
3. Bölmesi veya gözleri olan
1. Mutfakta maltız zaten yanmaktadır, anne iki gözlü ocağı da tutuşturuyor.
1. Mutfakta maltız zaten yanmaktadır, anne iki gözlü ocağı da tutuşturuyor.
4. Deliği olan
1. Sık gözlü kalbur.
1. Sık gözlü kalbur.
açıkgözlük, cingözlük, karagözlük, kelebek gözlük, kıskaç gözlük, at gözlüğü, dalgıç gözlüğü, güneş gözlüğü
1. isim , isim , isim , isim , Görme bozukluğu olan gözlerin daha iyi görmesine veya gözleri korumaya yarayan, bir çerçeveye yerleştirilmiş çift camdan oluşan araç, lünet
1. Kendimi bu sarhoşluktan kurtarayım diye gözlüğümü başkasına verip kıyıya çöktüm.
1. Kendimi bu sarhoşluktan kurtarayım diye gözlüğümü başkasına verip kıyıya çöktüm.
2. Atların çevreden ürkmemeleri için gözlerinin iki yanına takılan siper
3. Gözene
1. teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , gözlük kullanmak
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , iyi görmek, dikkat etmek
1. Hakem, gözlük tak!
1. Hakem, gözlük tak!
1. isim , isim , isim , isim , Gözlük satan veya onaran kimse
2. Numaralı gözlük camını reçeteye bağlı olarak kullanıma hazırlayan kimse
3. Gözlük satılan ve onarılan iş yeri
gözlüklü yılan, at gözlüklü
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Gözlük takmış olan, gözlük kullanan
1. Arkasındaki masada biri gözlüklü iki adam vardı.
1. Arkasındaki masada biri gözlüklü iki adam vardı.
1. isim , isim , hayvan bilimi , hayvan bilimi , isim , isim , hayvan bilimi , hayvan bilimi , Kobra