92406 kayıt bulundu.
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Korkusuz (kimse)
1. Hırsızların en kıyağı, kaçakçıların en gözü karası hep burada.
1. Hırsızların en kıyağı, kaçakçıların en gözü karası hep burada.
1. korkusuz olduğu anlaşılmak
1. Gözü kara çıkmış, yaşamın bozuk para gibi harcanabileceğini kanıtlayan o üstün insanlar arasına katılmıştı.
1. Gözü kara çıkmış, yaşamın bozuk para gibi harcanabileceğini kanıtlayan o üstün insanlar arasına katılmıştı.
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Çok iyi gören (kimse)
1. bir işi yapabilme konusunda kendisine veya başkalarına güvenmek
1. Şimdi Murat dağlarında eğlenirim, beni bulmak istersen adamlarının da gözü keserse oraya yolla.
1. Şimdi Murat dağlarında eğlenirim, beni bulmak istersen adamlarının da gözü keserse oraya yolla.
1. bir işi yaparken kendine veya başkalarına güvenmemek
2. beğenip seçememek
1. Kendi deyimiyle otuzu geçtiği hâlde isteyenler arasında kendine uygun birisini gözü kesmediği için evlenmemişti.
1. Kendi deyimiyle otuzu geçtiği hâlde isteyenler arasında kendine uygun birisini gözü kesmediği için evlenmemişti.
Ön Takı : (birini veya bir şeyi)
1. teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , teklifsiz konuşmada , bazı zorunlu durumlarda zararı istemeyerek kabullenmeyi anlatan bir söz
2. gereksinim duyulan şeyin yokluğunda söylenen bir söz
1. Paranın gözü kör olsun.
1. Paranın gözü kör olsun.
Ön Takı : (bir şeyin)
1. daha önce geçirdiği kötü bir denemeden sonra birinden veya bir şeyden zarar gelebileceği kanısına varmak
1. Yabancı bir iklimde, ebedî olarak yaşamaya mahkûm olduktan sonra bundan üstün hangi bir cezadan gözümüz korkabilir.
1. Yabancı bir iklimde, ebedî olarak yaşamaya mahkûm olduktan sonra bundan üstün hangi bir cezadan gözümüz korkabilir.
1. bir şeyi ele geçirmek isteği beslemek
1. Allah bilir, milletvekilliğinde de gözü vardır.
1. Allah bilir, milletvekilliğinde de gözü vardır.
Ön Takı : (bir şeyde)
1. bir şeye sahip olmayı istememek
2. heves beslememek, fazla önem vermemek
1. Giyinip kuşanmakta, gezip tozmakta gözüm yok.
1. Giyinip kuşanmakta, gezip tozmakta gözüm yok.
Ön Takı : (bir şeyde)
1. yanında, yakınında
1. Çocukluğundan beri onun bir siniri de aydınlıkta başkasının gözü önünde uyumaktı.
1. Çocukluğundan beri onun bir siniri de aydınlıkta başkasının gözü önünde uyumaktı.
Ön Takı : (birinin)
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Korkusuz
1. O kadar kararlı, o kadar gözü pekti ki civar mahalleden gelen çocuklar bile onun ordusuna yazılmaya başladılar.
1. O kadar kararlı, o kadar gözü pekti ki civar mahalleden gelen çocuklar bile onun ordusuna yazılmaya başladılar.
1. cesur, korkusuz olmak
1. Herkes onun ne kadar gözü pek olduğunu biliyordu.
1. Herkes onun ne kadar gözü pek olduğunu biliyordu.
1. güvenmemek
1. Azarlayıp adam olmazsın sen nafile. Gözüm hiç su içmiyor senden.
1. Azarlayıp adam olmazsın sen nafile. Gözüm hiç su içmiyor senden.
Ön Takı : (birinden)
1. `her zaman çıkar peşinde koşan kişi, tehlikelerden uzak kalamaz` anlamında kullanılan bir söz
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Paraya, mala düşkünlük göstermeyen, açgözlülük etmeyen (kimse), gözü gönlü tok
1. Açgözlülüğü içeride de dışarıda da affetmeyen gözü tok insanlarız.
1. Açgözlülüğü içeride de dışarıda da affetmeyen gözü tok insanlarız.
1. ölmek üzere olmak
1. Eski bekçiler ... mahalleyi kollamalı, kim hastadır, kim yatalaktır, kim yüzünü Hazret'e çevirmiş, kimin gözü toprağa bakıyor, bunları bilmeli, kulağı kirişte olmalı.
1. Eski bekçiler ... mahalleyi kollamalı, kim hastadır, kim yatalaktır, kim yüzünü Hazret'e çevirmiş, kimin gözü toprağa bakıyor, bunları bilmeli, kulağı kirişte olmalı.