Sözlük

Her geçen gün büyüyen ve güncellenen TDE sözlüğü...

92406 kayıt bulundu.

Sırala
göz göze
Anlamı:

1. zarf , zarf , mecaz , mecaz , zarf , zarf , mecaz , mecaz , Birbirine bakar bir biçimde


göz göze gelmek
Anlamı:

1. her iki tarafın bakışları karşılaşmak

Örnek:

1. İşte bu iki adam bir aralık göz göze geldiler.

1. İşte bu iki adam bir aralık göz göze geldiler.


göz gözü görmemek
Anlamı:

1. yoğun sis, duman, toz vb. sebeplerle hiçbir şey görülememek

Örnek:

1. Tezek dumanında göz gözü görmez.

1. Tezek dumanında göz gözü görmez.


göz hakkı
Anlamı:

1. isim , isim , mecaz , mecaz , isim , isim , mecaz , mecaz , Görüldüğünde imrenilebilecek yiyeceklerden, görenlere verilen pay


göz hapsi
Anlamı:

1. isim , isim , hukuk , hukuk , isim , isim , hukuk , hukuk , Bir kimseye bulunduğu, yaşadığı yerden ayrılmaması biçiminde verilen ceza


göz hapsine almak
Anlamı:

1. bakışlarını üzerinden ayırmamak, gözetlemek, hiçbir davranışını gözden kaçırmamak

Örnek:

1. Sözü sohbeti yerinde görünen birkaç erkeği haftalarca göz hapsine aldı.

1. Sözü sohbeti yerinde görünen birkaç erkeği haftalarca göz hapsine aldı.


göz kadehi
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Göz banyosunda kullanılan, göz çukuruna göre şekillenmiş, cam veya seramikten kap


göz kamaştırıcı
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Gözün kamaşmasına, bir süre göremez duruma gelmesine yol açan (ışık)

2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Muhteşem, çok güzel, parlak, görkemli

Örnek:

1. Göz kamaştırıcı bir mücevher, kuyumcuya heyecan verir.

1. Göz kamaştırıcı bir mücevher, kuyumcuya heyecan verir.


göz kamaştırıcılık
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Göz kamaştırıcı olma durumu


göz kamaştırmak (veya almak)
Anlamı:

1. kuvvetli ışık veya parlaklık, kısa bir zaman için görüşü bulandırmak

2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , bir niteliğiyle hayran bırakmak

Örnek:

1. O sıralar Avrupa'da bir büyük piyano ustası gözleri kamaştırıyordu.

1. O sıralar Avrupa'da bir büyük piyano ustası gözleri kamaştırıyordu.


göz kapağı
Anlamı:

1. isim , isim , anatomi , anatomi , isim , isim , anatomi , anatomi , Göz yuvarlarının önünde bulunan, birbirine yaklaşarak gözü örten, kenarlarında kirpikler bulunan koruyucu organ

Örnek:

1. Göz kapaklarımın üstünde sanki tonlarca ağırlık var, güçlükle açıyorum.

1. Göz kapaklarımın üstünde sanki tonlarca ağırlık var, güçlükle açıyorum.


göz kararı
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Ölçü veya tartı ile değil gözle oranlanarak belirlenen miktar


göz kaş süzmek
Anlamı:

1. dikkatle ve hissettirmeden bakışlarla kontrol altında tutmak

Örnek:

1. Anlamlı anlamlı birbirine işaretler yaparak, göz kaş süzerek Emine'ye uzun uzun bakıyorlar.

1. Anlamlı anlamlı birbirine işaretler yaparak, göz kaş süzerek Emine'ye uzun uzun bakıyorlar.


göz kesesi
Anlamı:

1. isim , isim , anatomi , anatomi , isim , isim , anatomi , anatomi , Gözlerin hemen altında derinin ve kasların bozulması sonucu oluşan şişkinlik

Örnek:

1. Gözlerinin altında keseler, torba torba sarkıyor göz keseleri.

1. Gözlerinin altında keseler, torba torba sarkıyor göz keseleri.


göz kesilmek
Anlamı:

1. bütün dikkatiyle bakmak


göz kırpmadan
Anlamı:

1. acımadan, merhamet etmeden

2. duraksamadan, çekinmeden


göz kırpmak
Anlamı:

1. göz kapağını kapayıp açmak

Örnek:

1. Hem gülüyor hem sık sık bana kaçamak bakışlarla bakıyor, muziplikle göz kırpıyor.

1. Hem gülüyor hem sık sık bana kaçamak bakışlarla bakıyor, muziplikle göz kırpıyor.

2. başkasına söylediklerinin doğru olmadığını anlatmak için, yanında bulunan kimseye gözünü kapayıp açmak

Örnek:

1. İki sahilde pencerelerden damla damla taşan ışıklar güzel aydedeye göz kırpmakta yıldızlarla rekabet ediyor sanılır.

1. İki sahilde pencerelerden damla damla taşan ışıklar güzel aydedeye göz kırpmakta yıldızlarla rekabet ediyor sanılır.

3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , eğilimini göstermek

4. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , ilgilenmek


göz kırpmamak
Anlamı:

1. uyumamak


göz koymak
Anlamı:

1. bir kimseyi veya bir şeyi ele geçirmeyi istemek

Örnek:

1. Kırkyılda bir nişanlı buldum, ona da sen mi göz koydun?

1. Kırkyılda bir nişanlı buldum, ona da sen mi göz koydun?


göz kulak olmak
Anlamı:

1. görme, işitme yoluyla bilgi edinmeye çalışmak

2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , gözetmek, korumak, bakmak

Örnek:

1. Öbürü göğsünden ağır yaralı iki erin geriye alınmalarına göz kulak oluyordu.

1. Öbürü göğsünden ağır yaralı iki erin geriye alınmalarına göz kulak oluyordu.


göz memesi
Anlamı:

1. isim , isim , anatomi , anatomi , isim , isim , anatomi , anatomi , Göz etçiği


göz merceği
Anlamı:

1. isim , isim , anatomi , anatomi , isim , isim , anatomi , anatomi , İrisin arkasında yer alıp ışığı kırma özelliği olan, biçimi ve büyüklüğü mercimeğe benzeyen saydam yapı, billur cisim


göz nuru
Anlamı:

1. isim , isim , mecaz , mecaz , isim , isim , mecaz , mecaz , Yoğun bir emek sonucu ortaya çıkan iş

2. İyi bir iş ortaya çıkarmak için yapılan emek

Örnek:

1. Senden alın teri, benden göz nuru.

1. Senden alın teri, benden göz nuru.


göz nuru dökmek
Anlamı:

1. fazla emek sarf etmek

Örnek:

1. Göz nuru dökerek, karınca sabrıyla işleyip şimdi inceliğine eriştirdiği atalar mirası Türkçemiz.

1. Göz nuru dökerek, karınca sabrıyla işleyip şimdi inceliğine eriştirdiği atalar mirası Türkçemiz.


göz önü
Anlamı:

1. isim , isim , mecaz , mecaz , isim , isim , mecaz , mecaz , Görülebilen yakın yer