92406 kayıt bulundu.
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , Dokundurma ihtimali veya imkânı bulunmak
1. isim , isim , isim , isim , Dokundurmak işi
1. Zaman zaman sertleşen, acı dokundurmalara varan bir tartışmadan sonra...
1. Zaman zaman sertleşen, acı dokundurmalara varan bir tartışmadan sonra...
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , Dokunmasını sağlamak
1. Ayakkabıyı çıkaracak oldular, ben dokundurmuyorum ki adamlar çıkarsınlar.
1. Ayakkabıyı çıkaracak oldular, ben dokundurmuyorum ki adamlar çıkarsınlar.
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Bir şeyi üstü kapalı ve sitem yollu hatırlatmak, tariz etmek
1. isim , isim , biyoloji , biyoloji , isim , isim , biyoloji , biyoloji , Deri üzerine yapılan değme, vurma, bastırma, çekme vb. etkileri alan duyu
1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Kanser
Telaffuz : doku'nmabana
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Dokuma işi yapılmak
1. Halılar dokundu.
1. Halılar dokundu.
1. -e , -e , -e , -e , Nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık vb. niteliklerini derinin altındaki sinir uçları aracılığıyla duymak, değmek, el sürmek, temas etmek
1. Bir elektrik zilinin düğmesine dokunduk.
1. Bir elektrik zilinin düğmesine dokunduk.
2. Karıştırmak
1. Bu kâğıtlara kimse dokunmasın.
1. Bu kâğıtlara kimse dokunmasın.
3. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Almak, kullanmak, el sürmek
1. Buğdaydan, bulgurdan ne varsa kimse dokunmuyor, daha zor günlere saklıyordu.
1. Buğdaydan, bulgurdan ne varsa kimse dokunmuyor, daha zor günlere saklıyordu.
4. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Sağlığını bozmak
1. Bu yemek bana dokunur. Bu hava dokundu.
1. Bu yemek bana dokunur. Bu hava dokundu.
5. İnsanın içine işlemek, duygulandırmak, etkilemek, koymak, batmak
1. Hiçbir gözyaşının bana onunkiler kadar dokunduğunu hatırlamıyorum.
1. Hiçbir gözyaşının bana onunkiler kadar dokunduğunu hatırlamıyorum.
6. İlişkin, ilgili olmak, değinmek
1. Eğitim konusuna dokunan bir yazı.
1. Eğitim konusuna dokunan bir yazı.
7. Hafifçe değmek
1. Rüzgâr estikçe dal antene dokunuyor.
1. Rüzgâr estikçe dal antene dokunuyor.
8. Onur, anlayış vb. ile uyuşmaz bir durum ortaya çıkmak
9. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Tedirgin etmek, sataşmak
1. Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini çıkaracaktı.
1. Bu karıncaya dokunmayan çocuk o kocaman adamın oracıkta pestilini çıkaracaktı.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Kendi üstüne dökmek
1. Ben kışın kar yağarken bile kova kova soğuk su dökünürüm.
1. Ben kışın kar yağarken bile kova kova soğuk su dökünürüm.
1. sıfat , sıfat , biyoloji , biyoloji , sıfat , sıfat , biyoloji , biyoloji , Dokunum ile ilgili olan
1. isim , isim , isim , isim , Dökülmüş, saçılmış şeyler
1. Onlar kendi küfleri, kendi yırtık pırtıkları, kendi döküntüleriyle yaşayabiliyorlar.
1. Onlar kendi küfleri, kendi yırtık pırtıkları, kendi döküntüleriyle yaşayabiliyorlar.
2. Bir topluluktan geri kalmış kimseler
3. Bozuntu
4. Deniz yüzüne yakın, üzerinde dalgaların çatladığı kaya kümesi
5. Kâğıtçılıkta üretimin herhangi bir safhasında ıskartaya çıkan, genellikle tekrar hamur durumuna getirilen, yaş ve kuru biçimleri olan kâğıt veya karton artığı
6. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Değersiz, bayağı, ayaktakımından olan kimse
1. Meşrutiyete uygun yönetim, yurt hainlerinin döküntüleriyle kurulamaz.
1. Meşrutiyete uygun yönetim, yurt hainlerinin döküntüleriyle kurulamaz.
7. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , İşe yaramayan, değersiz, kötü, berbat
1. Şoföre önce kentin en döküntü mahallelerinin adını söylediler.
1. Şoföre önce kentin en döküntü mahallelerinin adını söylediler.
8. tıp , tıp , tıp , tıp , Bazı hastalıklarda görülen çıban, leke, uçuk, kızarıklık vb. belirti
9. coğrafya , coğrafya , coğrafya , coğrafya , Parçalanan taşların yamaç aşağı kayması, yuvarlanması, etekte birikmesiyle oluşan yer
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Döküntüsü olan
1. Ortalıkta yorgan, döşek, sandık, sepet tıpkı yangından kaçmış ailelerin döküntülü, bıkkın tablosu...
1. Ortalıkta yorgan, döşek, sandık, sepet tıpkı yangından kaçmış ailelerin döküntülü, bıkkın tablosu...
2. tıp , tıp , tıp , tıp , Deride döküntü ile görülen, döküntü ile beliren (hastalık)
1. -e , -e , -e , -e , Dokunma işine konu olmak
1. Koluna şemsiye ucu ile dokunulduğunu hissetmişti.
1. Koluna şemsiye ucu ile dokunulduğunu hissetmişti.