92406 kayıt bulundu.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Üzüntüye kapılmak, dertli duruma gelmek, kaygılanmak
1. Beni vakitsiz koyup giden anamı düşünür dertlenirim.
1. Beni vakitsiz koyup giden anamı düşünür dertlenirim.
1. nesnesiz , nesnesiz , -le , -le , nesnesiz , nesnesiz , -le , -le , Dertleşme ihtimali veya imkânı bulunmak
1. nesnesiz , nesnesiz , -le , -le , nesnesiz , nesnesiz , -le , -le , Rahatlamak ve çözüm bulmak amacıyla dertlerini karşılıklı anlatmak
1. Bunlar yılbaşında işlerinin başlarını aştığını görüp dertleşirler.
1. Bunlar yılbaşında işlerinin başlarını aştığını görüp dertleşirler.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Derdi olan
1. Dertli hâlinden ne bile / Yüreği sağ olan kişi
1. Dertli hâlinden ne bile / Yüreği sağ olan kişi
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , `Getirilmek, büzülmek` anlamındaki dertop edilmek, `bir araya getirmek, toparlamak` anlamındaki dertop etmek ve `bir araya gelmek, toplu hâlde olmak` anlamındaki dertop olmak birleşik fiillerinde geçer
1. İskemlenin üzerine dertop edilerek atılmış duran pantolonunu ayağına geçirdi.
1. İskemlenin üzerine dertop edilerek atılmış duran pantolonunu ayağına geçirdi.
1. `insan ancak öldükten sonra dertten kurtulabilir` anlamında kullanılan bir söz
1. `derdi olmayan kimse yoktur, herkesin az çok bir derdi vardır` anlamında kullanılan bir söz
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , isim , isim , eskimiş , eskimiş , Üzerine alma, üstlenme
Lisan : Farsça der + Arapça ʿuhde
1. üstlenmek
1. Büyük işler deruhte etmemiş insanların, bu husustaki tereddütlerini mazur görmelidir.
1. Büyük işler deruhte etmemiş insanların, bu husustaki tereddütlerini mazur görmelidir.
safderun
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , isim , isim , eskimiş , eskimiş , İç, içeri, öz
2. Gönül, yürek, ruh
Lisan : Farsça derūn
Telaffuz : deru:n
1. sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , sıfat , sıfat , eskimiş , eskimiş , İçle ilgili, içten
1. Seven insanda fiziki güzelliklerin deruni taraflarını gören gözler olurmuş.
1. Seven insanda fiziki güzelliklerin deruni taraflarını gören gözler olurmuş.
2. felsefe , felsefe , felsefe , felsefe , Özünlü
Lisan : Farsça derūn + Arapça -ī
Telaffuz : deru:ni:
1. isim , isim , isim , isim , Bir tarikata girmiş, onun kurallarına ve törelerine bağlı kimse, alperen
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Yoksulluğu, çilekeşliği benimsemiş kimse
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Alçak gönüllü ve her şeyi hoş gören kimse
4. hayvan bilimi , hayvan bilimi , hayvan bilimi , hayvan bilimi , Kırlangıç balığının küçüğü
Lisan : Farsça dervīş
1. zarf , zarf , eskimiş , eskimiş , zarf , zarf , eskimiş , eskimiş , Dervişçe
Lisan : Farsça dervīşāne
Telaffuz : dervişa:ne
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Dervişe yakışır bir biçimde, dervişane
Telaffuz : dervi'şçe
1. `insan, önem verip düşündüğü şeyi konuşmaktan kendisini alamaz` anlamında kullanılan bir söz
deryadil, kaptanıderya, lebiderya, çamur deryası
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , isim , isim , eskimiş , eskimiş , Deniz
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Bilgili kimse
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Bir şeyin bol olduğu yer
1. Kul Mustafa eydür coştum / Aşkın deryasına düştüm
1. Kul Mustafa eydür coştum / Aşkın deryasına düştüm
Lisan : Farsça deryā
Telaffuz : derya: