92406 kayıt bulundu.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Çektirilme ihtimali veya imkânı bulunmak
çektirme ağı
1. isim , isim , isim , isim , Çektirmek işi
1. Mebus adayları gibi bunları da fotoğraf çektirmeye gider gibi kılık kıyafetlerinden tanımak güç değildi.
1. Mebus adayları gibi bunları da fotoğraf çektirmeye gider gibi kılık kıyafetlerinden tanımak güç değildi.
2. denizcilik , denizcilik , denizcilik , denizcilik , Çektiri
3. denizcilik , denizcilik , denizcilik , denizcilik , Yaklaşık 30-50 grostonluk yelkenli veya yük taşıyan motorlu büyük kayık
1. Bir saat sonra Bora Reis'in çektirmesi yedeğinde harap düşman kadırgası olduğu hâlde kararan ufuklara doğru ilerliyorlardı.
1. Bir saat sonra Bora Reis'in çektirmesi yedeğinde harap düşman kadırgası olduğu hâlde kararan ufuklara doğru ilerliyorlardı.
4. Sökülebilir elbise, yemek ve salon dolaplarının tablalarını birbirine tutturmak için metal veya plastikten yapılmış bağlantı parçası
5. Arabaların göbek bilyelerini çıkarmak için kullanılan araç
6. Arabaların değişik bölümlerinde hareketi ve dönüşü sağlamaya yarayan rulmanların yuvalarından çıkarılması işinde kullanılan alet
1. isim , isim , denizcilik , denizcilik , isim , isim , denizcilik , denizcilik , Yan yana ilerleyen iki tekne tarafından çekilen geniş ağızlı büyük balık ağı
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Çekme işini yaptırmak
1. Karıcığım, seninle şöyle yan yana bir resim çektirelim.
1. Karıcığım, seninle şöyle yan yana bir resim çektirelim.
2. Birini sıkıntılı duruma sokmak, içinden çıkılamaz duruma düşürmek
1. Herkes bize az çok bir şeyler çektirir.
1. Herkes bize az çok bir şeyler çektirir.
1. isim , isim , fizik , fizik , isim , isim , fizik , fizik , Ucuna küçük bir ağırlık bağlanmış iple oluşturulan, yer çekiminin doğrultusunu belirtmek için sarkıtılarak kullanılan bir araç, şakul
1. isim , isim , isim , isim , Gerektiğinde açılıp yatak durumuna getirilebilen koltuk, kanepe
1. Ben holde çekyatın üzerinde yatmaya başladım.
1. Ben holde çekyatın üzerinde yatmaya başladım.
Telaffuz : çe'kyat
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , isim , isim , eskimiş , eskimiş , Yiğitlik, kahramanlık
Lisan : Arapça celādet
Telaffuz : cela:det, l ince okunur
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , isim , isim , eskimiş , eskimiş , Büyüklük, ululuk
2. Öfke, kızgınlık
1. Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?
1. Kahraman ırkıma bir gül; ne bu şiddet, bu celal?
Lisan : Arapça celāl
Telaffuz : cela:li, l ince okunur
1. isim , isim , tarih , tarih , isim , isim , tarih , tarih , İlk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde ortaya çıkıp devlete isyan eden Bozoklu Derviş Celâl'in adamlarına ve ondan yana olanlara, sonraları da ortaya çıkan bütün eşkıyaya verilen ad
Özel: Evet
Lisan : Arapça celālī
Telaffuz : cela:li, l ince okunur
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Celallenme ihtimali veya imkânı bulunmak
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Çabucak celallenmek
Telaffuz : celalleni'vermek
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Sert ve öfkeli (kimse)
1. İyi ve memnun zamanlarında ne kadar nazikse sıkıldığı, kızdığı vakit de o kadar celalli ve kaba olurdu.
1. İyi ve memnun zamanlarında ne kadar nazikse sıkıldığı, kızdığı vakit de o kadar celalli ve kaba olurdu.
2. Coşkun
1. Bir vakitler kükreyip taşan celalli bir nehirmiş.
1. Bir vakitler kükreyip taşan celalli bir nehirmiş.
3. Hırçın
1. Öyle sert ve celalli bir ruh taşıyor ki gölgesinin geçtiği yerde insanlar iki saf.
1. Öyle sert ve celalli bir ruh taşıyor ki gölgesinin geçtiği yerde insanlar iki saf.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Celalli gibi, celalliye benzer
1. Ev sahibi celallice bir adamdı.
1. Ev sahibi celallice bir adamdı.