92406 kayıt bulundu.
1. -i , -i , -i , -i , Yanıltma ihtimali veya imkânı bulunmak
2. Yanıtlma becerisi bulunmak
1. isim , isim , isim , isim , Sonucu bakımından çok önemli olmayan yanlışlık, sehiv
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Yanıltma özelliği olan, sofistike
1. Yanıltıcı bilgi verdiler.
1. Yanıltıcı bilgi verdiler.
1. isim , isim , isim , isim , Karşıdakini yanıltıp başka şey söylemesine yol açacak biçimde düzenlenmiş söz
2. edebiyat , edebiyat , edebiyat , edebiyat , Yanıltmaca
1. isim , isim , isim , isim , Yanıltmak için, yanıltacak yolda söz söyleme, mugalata
2. Yanıltmaya dayanan davranış, yanıltıcı iş
1. Bu çekilmenin bir yanıltmaca olabileceğini söyleyen komutanlarına katılmadı.
1. Bu çekilmenin bir yanıltmaca olabileceğini söyleyen komutanlarına katılmadı.
3. edebiyat , edebiyat , edebiyat , edebiyat , Çabuk çabuk söylenmesi sırasında karışıklığa, dil dolaşmasına ve anlam değişmesine uğrayan söz grubu, yanıltmaç
1. Güldürücü sözlerin kimisi de bilmece ve yanıltmacalara dayanır.
1. Güldürücü sözlerin kimisi de bilmece ve yanıltmacalara dayanır.
4. mantık , mantık , mantık , mantık , Başkasını yanıltmak için doğru olmadığı bilinerek yapılan uslamlama ve çıkarsama, mugalata
1. isim , isim , isim , isim , Yanıltma işi yapma
2. Bilimsel bir gerekçe olmaksızın veri veya sonuçlar üzerinde değişiklik yapma veya nedeni olmaksızın veri atlama
1. yanında çalıştırmak
1. Ben seni yanıma alayım ama çok para veremem.
1. Ben seni yanıma alayım ama çok para veremem.
2. geçimini sağlamak için yanında bulundurmak
1. Annesini yanına almış.
1. Annesini yanına almış.
3. beraberinde götürmek
1. cezasız bırakmamak, öç almak
1. Böylece yaptıklarını yanlarına bırakmamış olacağım, insanlar neden öldürüldüğümüzü anlayacaklar.
1. Böylece yaptıklarını yanlarına bırakmamış olacağım, insanlar neden öldürüldüğümüzü anlayacaklar.
1. cezasız kalmak
1. Galiba bu tarihî günün yüzü suyu hürmetine Beyoğlu'nda sürtüp durmaları yanlarına kâr kaldı.
1. Galiba bu tarihî günün yüzü suyu hürmetine Beyoğlu'nda sürtüp durmaları yanlarına kâr kaldı.
1. çok pahalı olan şeyler için kullanılan bir söz
2. kibirli, gururlu kimseler için kullanılan bir söz
3. çok öfkeli kimseler için söylenen bir söz
1. birinin yanına korkarak, çekinerek gitmek
1. Biliyorum, yarın bu kâğıtları yazanların da yanlarına salavatla yaklaşılacak.
1. Biliyorum, yarın bu kâğıtları yazanların da yanlarına salavatla yaklaşılacak.
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Bir şeye, bir kimseye göre, nispetle
1. Çektiğim acı yanında ölüm çok hafif kalır.
1. Çektiğim acı yanında ölüm çok hafif kalır.
1. `o şeyle hiçbir ilgisi yok` anlamında kullanılan bir söz
Ön Takı : (bir şeyin)
1. pişman olmak
1. Herife bir tokat yahut bir yumruk yerleştiremediğine bile yandı durdu.
1. Herife bir tokat yahut bir yumruk yerleştiremediğine bile yandı durdu.
1. güçlü bir aşk ile sevmek
2. bir şeyi elde etmek için güçlü bir istek duymak
1. Her şeyden önce bir bakanlık koltuğuna kurulmak ihtirasıyla yanıp tutuştuğunu ve oraya varmak için her vasıtayı mübah saydığını sezip anlamamış mıydı?
1. Her şeyden önce bir bakanlık koltuğuna kurulmak ihtirasıyla yanıp tutuştuğunu ve oraya varmak için her vasıtayı mübah saydığını sezip anlamamış mıydı?
3. elde edemediği bir şey için büyük üzüntü duymak
1. Fabrikayı boşaltmaları için dışarıdan çağrı yapılırken kaçma arzusuyla yanıp tutuşanlar oldu.
1. Fabrikayı boşaltmaları için dışarıdan çağrı yapılırken kaçma arzusuyla yanıp tutuşanlar oldu.
1. sızlanmak, şikâyet etmek
1. Ali Safa Bey bir şeye çok yanıp yakılıyordu, işini daha gizli görebilirdi.
1. Ali Safa Bey bir şeye çok yanıp yakılıyordu, işini daha gizli görebilirdi.