92406 kayıt bulundu.
1. zarf , zarf , mecaz , mecaz , zarf , zarf , mecaz , mecaz , Büyük bir dikkatle
1. Kendisini soluk almadan dinleyen sınıfın karşısında, talebesinden birini ayağa kaldırmış, konuşuyordu.
1. Kendisini soluk almadan dinleyen sınıfın karşısında, talebesinden birini ayağa kaldırmış, konuşuyordu.
2. Durmaksızın, sürekli
1. havayı ciğerlere çekmek, nefes almak
1. Caddeye çıkınca derin soluk alıyorduk.
1. Caddeye çıkınca derin soluk alıyorduk.
2. dinlenmek
1. Hem biraz soluk alırım hem de adamcağızın gönlünü almış olurum.
1. Hem biraz soluk alırım hem de adamcağızın gönlünü almış olurum.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Sağlık sorunu sebebiyle yüzünün rengi solmuş olan
1. Yanına uzunca boylu, soluk benizli, gençten bir adam sokuldu.
1. Yanına uzunca boylu, soluk benizli, gençten bir adam sokuldu.
1. isim , isim , anatomi , anatomi , isim , isim , anatomi , anatomi , Gırtlakla bronşlar arasında bulunan, yaklaşık 12 santimetre uzunluğunda, havanın akciğerlere girip çıkmasını sağlayan boru, nefes borusu
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Çok heyecan veya korku veren
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Koşmaktan güçlükle soluk alarak, sık sık soluyarak, yorgun, bitkin veya telaşlı bir biçimde, nefes nefese
1. Soluk soluğa kuytu bir yere sinip kafasını toplamaya çalıştı.
1. Soluk soluğa kuytu bir yere sinip kafasını toplamaya çalıştı.
1. nefes alamayacak duruma gelmek, çok yorulmak
1. Çıkrıkçılar yokuşunu bir sincap çevikliğiyle tırmanır ve yokuşun üst başında soluk soluğa kalırdı.
1. Çıkrıkçılar yokuşunu bir sincap çevikliğiyle tırmanır ve yokuşun üst başında soluk soluğa kalırdı.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Rahat bir biçimde soluk almak
2. Dinlenmek
1. Durup soluklanmadan aslanlı kapısıyla övünmeye başladı.
1. Durup soluklanmadan aslanlı kapısıyla övünmeye başladı.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Gerçek rengini yitirmek, rengi solmak
1. isim , isim , isim , isim , Soluk olma durumu
2. denizcilik , denizcilik , denizcilik , denizcilik , Başı su altında tutarak yüzmeyi sağlayan soluk alma borusu, şnorkel
1. isim , isim , isim , isim , Soluksuz olma durumu
2. mecaz , mecaz , edebiyat , edebiyat , mecaz , mecaz , edebiyat , edebiyat , Herhangi bir konuda sürekli verimli olamama
1. Üstat, onları kısırlık, zayıflık, bücürlük ve soluksuzlukla suçlarken bu kuşağın saman ekmeği ile beslendiğini ileri sürmüştür.
1. Üstat, onları kısırlık, zayıflık, bücürlük ve soluksuzlukla suçlarken bu kuşağın saman ekmeği ile beslendiğini ileri sürmüştür.
1. isim , isim , isim , isim , Solumak işi
1. Bu kaotik şehrin en fazla, zaman tanımayan solumasını seviyordu.
1. Bu kaotik şehrin en fazla, zaman tanımayan solumasını seviyordu.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Nefes alıp vermek
1. Soluduğum duman havaya karışırken aniden, kendiliğinden, küçük, bit kadar küçücük bir fikir geldi aklıma.
1. Soluduğum duman havaya karışırken aniden, kendiliğinden, küçük, bit kadar küçücük bir fikir geldi aklıma.
2. Sık ve kesik soluk alıp vermek
1. Devlerle güreşmiş gibi soluyordu.
1. Devlerle güreşmiş gibi soluyordu.
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Zorlanmak, gücünün hepsini harcamak
1. Otomobil soluyarak Kırmızıtepe'ye tırmanmaya başladı.
1. Otomobil soluyarak Kırmızıtepe'ye tırmanmaya başladı.
yassı solungaçlılar
1. isim , isim , hayvan bilimi , hayvan bilimi , isim , isim , hayvan bilimi , hayvan bilimi , Suda yaşayan hayvanların solunum organı, galsame