Sözlük

Her geçen gün büyüyen ve güncellenen TDE sözlüğü...

92406 kayıt bulundu.

Sırala
kulakları patlatmak
Anlamı:

1. Gürültüyle rahatsız etmek

Örnek:

1. Kulakları patlatan bir ses bütün ormanı, bütün kuşları, bütün dünyayı susturdu.

1. Kulakları patlatan bir ses bütün ormanı, bütün kuşları, bütün dünyayı susturdu.


kulakları uğuldamak
Anlamı:

1. kulakta uğultu olmak

Örnek:

1. Gözlerim kararıyor, kulaklarım uğulduyordu.

1. Gözlerim kararıyor, kulaklarım uğulduyordu.


kulaklarına kadar kızarmak
Anlamı:

1. çok utanmak

Örnek:

1. Ben utancımdan kulaklarıma kadar kızardım.

1. Ben utancımdan kulaklarıma kadar kızardım.


kulaklarını dikmek
Anlamı:

1. hayvan dikkat kesilmek


kulaklarının pasını gidermek
Anlamı:

1. hoşa giden ses veya güzel bir müzik dinlemek


kulaklı

İlgili Kelimeler:

kulaklı somun, kalem kulaklı, uzun kulaklı, yelken kulaklı

Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Kulağı herhangi bir biçimde olan

Örnek:

1. Küçük kulaklı.

1. Küçük kulaklı.

2. Kulağa benzer çıkıntısı olan

3. isim , isim , isim , isim , Sapının ucunda kulak biçiminde iki geniş çatalı bulunan bir tür yatağan

4. isim , isim , isim , isim , İki tarafında tutulacak yeri olan yayvan tava, tencere, kazan vb


kulaklı somun
Anlamı:

1. isim , isim , teknik , teknik , isim , isim , teknik , teknik , Yanlarında kanat gibi çıkıntıları olan bir somun türü


kulaklık
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Kulakları soğuk, rüzgâr vb. dış etkilerden korumak için kulak kepçesini örtecek biçimde yapılmış kılıf

2. teknik , teknik , teknik , teknik , Radyo, telefon, telsiz vb.nde kulak ile verici arasında ses bağlantısı kurmaya yarayan araç

3. Ağır işitenlerin daha iyi işitebilmek için kulaklarına taktıkları pilli araç


kulaksız
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Kulak kepçesi olmayan


kulaksızlık
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Kulaksız olma durumu


kulaktan

İlgili Kelimeler:

kulaktan dolma, kulaktan kulağa

Anlamı:

1. zarf , zarf , zarf , zarf , Yalnızca duyarak, dinleyerek

Örnek:

1. Fırat Sultan bu okçu şehzadeye kulaktan âşık olmuş.

1. Fırat Sultan bu okçu şehzadeye kulaktan âşık olmuş.


kulaktan dolma
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Başkalarından işitilerek edinilen (bilgi)

Örnek:

1. Kulaktan dolma malumatınızla benim bir kelime salatası yapmak istediğimi farz ve tahmin etmeniz tamamen yanlıştır.

1. Kulaktan dolma malumatınızla benim bir kelime salatası yapmak istediğimi farz ve tahmin etmeniz tamamen yanlıştır.


kulaktan kulağa
Anlamı:

1. zarf , zarf , mecaz , mecaz , zarf , zarf , mecaz , mecaz , Gizli bir biçimde

Örnek:

1. Kulaktan kulağa, gidecek olanların isimleri fısıldanıyordu.

1. Kulaktan kulağa, gidecek olanların isimleri fısıldanıyordu.

2. Sözlü bir biçimde


kulaktan kulağa yayılmak (veya aktarılmak)
Anlamı:

1. sözlü bir biçimde bir diğer kişiye aktarılmak


kulaktozu
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Kulağın arkasındaki çukur bölüm, kulağın kökü


Telaffuz : kula'ktozu

kulampara
Anlamı:

1. isim , isim , kaba konuşmada , kaba konuşmada , isim , isim , kaba konuşmada , kaba konuşmada , Oğlancı

Örnek:

1. Kahveci hem kulampara hem de azılı bir katil olarak şöhretli biri olduğundan bu mekâna ayak basan pek olmuyordu.

1. Kahveci hem kulampara hem de azılı bir katil olarak şöhretli biri olduğundan bu mekâna ayak basan pek olmuyordu.


Lisan : Arapça ġulām + Farsça bāre

kulamparalık
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Oğlancılık


külbastı
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Közde veya ızgarada pişirilen kemiksiz et

Örnek:

1. Biraz et suyu ile iki parça külbastı yiyebildim.

1. Biraz et suyu ile iki parça külbastı yiyebildim.


Telaffuz : kü'lbastı

külbastılık
Anlamı:

1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Külbastı yapmaya elverişli olan (et)


külçe
Anlamı:

1. isim , isim , madencilik , madencilik , isim , isim , madencilik , madencilik , Eritilerek kalıba dökülmüş maden veya alaşım, külte

Örnek:

1. Bilmeyenin elinde en modern aletler bir maden külçesi hâline gelir.

1. Bilmeyenin elinde en modern aletler bir maden külçesi hâline gelir.

2. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Eritilerek kalıba dökülmüş olan

Örnek:

1. Yüzlerce yıllık gözyaşı, bir külçe altına değmez.

1. Yüzlerce yıllık gözyaşı, bir külçe altına değmez.

3. Yığın durumundaki nesnelerin oluşturduğu küme

Örnek:

1. Bu vücut, bütün azası kırılmış, birbiri üstüne yığılmış bir külçe hâlinde.

1. Bu vücut, bütün azası kırılmış, birbiri üstüne yığılmış bir külçe hâlinde.


Lisan : Farsça kulīçe

külçe gibi oturmak
Anlamı:

1. yorgun veya bitkin bir durumda çöküvermek


külçe kesilmek
Anlamı:

1. dermansız, güçsüz kalıp olduğu yere yığılmak

Örnek:

1. Sağ olup da bu hâli görseydi, o anda külçe mi kesilirdi acaba, yoksa oynatıverir miydi?

1. Sağ olup da bu hâli görseydi, o anda külçe mi kesilirdi acaba, yoksa oynatıverir miydi?


külçeleşme
Anlamı:

1. isim , isim , isim , isim , Külçeleşmek işi


külçeleşmek fiil
Anlamı:

1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Külçe durumuna gelmek

2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Çok yorulmak, yorgun düşmek


küldöken
Anlamı:

1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Kadın, eş


Telaffuz : kü'ldöken