92406 kayıt bulundu.
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Yalap şalap
1. Ne denli yalapşap yapıldığı sonradan anlaşılan bir ameliyatla, zaten çirkince olan burun iflah olmaz bir eğriliğe kavuşmuş, öyle de kalmıştı.
1. Ne denli yalapşap yapıldığı sonradan anlaşılan bir ameliyatla, zaten çirkince olan burun iflah olmaz bir eğriliğe kavuşmuş, öyle de kalmıştı.
Telaffuz : ya'lapşap
1. -e , -e , -i , -i , -e , -e , -i , -i , Yalatma ihtimali veya imkânı bulunmak
2. Yalatmaya gücü yetmek
1. isim , isim , eskimiş , eskimiş , din bilgisi , din bilgisi , isim , isim , eskimiş , eskimiş , din bilgisi , din bilgisi , Peygamber
1. -i , -i , -i , -i , Yalama ihtimali veya imkânı bulunmak
2. Yalamaya gücü yetmek
1. rüzgâr, dalga vb. sıyırarak, dokunarak hızla geçmek
1. Sarı gri gölge bu sefer duvarın üstüne düşmüş, orayı yalayıp geçiyor, yalayıp geçiyor.
1. Sarı gri gölge bu sefer duvarın üstüne düşmüş, orayı yalayıp geçiyor, yalayıp geçiyor.
1. iştahla yemek
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , kötü bir davranış, söz karşısında ses çıkarmamak, kabullenmek
1. isim , isim , isim , isim , Yalama işi
1. Denizin, aşağıda kumluğu tatlı tatlı yalayışını seyrederdi.
1. Denizin, aşağıda kumluğu tatlı tatlı yalayışını seyrederdi.
1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Alev
1. Hâlâ parıldayan hafif bir yalaz aydınlığında eşyalar vakit vakit olduğundan daha fazla büyüyüp küçülüyor.
1. Hâlâ parıldayan hafif bir yalaz aydınlığında eşyalar vakit vakit olduğundan daha fazla büyüyüp küçülüyor.
1. yüksek ateş içinde bulunmak
1. Kendisinin bizzat itiraf ettiği gibi yalaz yalaz yanıyordu.
1. Kendisinin bizzat itiraf ettiği gibi yalaz yalaz yanıyordu.
1. isim , isim , isim , isim , Alev
1. Ay ışığının altında çeliklerin çarpışmasından yalazalar parlayıp sönüyordu.
1. Ay ışığının altında çeliklerin çarpışmasından yalazalar parlayıp sönüyordu.
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Ateş alevli bir biçimde yanmak
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Dik, sarp
1. Hatıralarımızda onun hüviyeti harp cephesinde bir yalçın tepe hâlinde kaldı.
1. Hatıralarımızda onun hüviyeti harp cephesinde bir yalçın tepe hâlinde kaldı.
2. Düz, kaygan
1. sıfat , sıfat , halk ağzında , halk ağzında , sıfat , sıfat , halk ağzında , halk ağzında , Parlak, cilalı
1. isim , isim , isim , isim , Eşyaya altın veya gümüş görünüşü vermek için kullanılan, sıvı veya yaprak durumundaki altın, gümüş ve bunların taklidi olan madde
1. Boya değil altın yaldız vursan manda gözü gibi donuk duruyor.
1. Boya değil altın yaldız vursan manda gözü gibi donuk duruyor.
2. Bu madde ile eşyalara yapılan süs
3. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Aldatıcı dış görünüş, göz boyama
1. Onun kibarlığı yaldızdan ibarettir.
1. Onun kibarlığı yaldızdan ibarettir.
4. argo , argo , argo , argo , Abartılı bir biçimde söylenen yalan
1. isim , isim , isim , isim , Yaldız işleri yapan kimse
2. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Bir şeyin içyüzüne değil de gösterişine önem veren (kimse)