92406 kayıt bulundu.
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Görmüş geçirmiş, deneyimi fazla olan, uyanık
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Söylenecek sözü, gelecek haberi sabırsızlıkla bekleyen (kimse), kulağı tetikte
2. zarf , zarf , zarf , zarf , Söylenecek sözü, gelecek haberi sabırsızlıkla bekler bir biçimde
1. Sınır boylarında Mehmet, gözünü dört açmış, kulağı kirişte nöbet tutuyordu.
1. Sınır boylarında Mehmet, gözünü dört açmış, kulağı kirişte nöbet tutuyordu.
1. söylenecek sözü, gelecek haberi sabırsızlıkla beklemek
1. Eski bekçiler ... mahalleyi kollamalı, kim hastadır, kim yatalaktır, kim yüzünü Hazret'e çevirmiş, kimin gözü toprağa bakıyor, bunları bilmeli, kulağı kirişte olmalı.
1. Eski bekçiler ... mahalleyi kollamalı, kim hastadır, kim yatalaktır, kim yüzünü Hazret'e çevirmiş, kimin gözü toprağa bakıyor, bunları bilmeli, kulağı kirişte olmalı.
1. kolay yolu varken bir işi daha zor ve uzun yollar kullanarak yapmak
1. Tahkike mahkike, kulağı ters taraftan göstermeye ne lüzum var?
1. Tahkike mahkike, kulağı ters taraftan göstermeye ne lüzum var?
1. sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , sıfat , sıfat , mecaz , mecaz , Kulağı kirişte
1. Kulağı tetikte, avuçları terlemiş, yüreği küt küt atıyor, çıkıyor odadan.
1. Kulağı tetikte, avuçları terlemiş, yüreği küt küt atıyor, çıkıyor odadan.
1. sıfat , sıfat , sıfat , sıfat , Sağır, ağır işiten
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Dinlemek istemeyen
1. başkasına söylenirken kendisi de duymuş olmak
1. Bu gürültüler arasında Vildan'ın bağırarak ve daha ziyade kıymet vererek telaffuz ettiği bazı kelimeler, cümleler kulağıma çalınıyordu.
1. Bu gürültüler arasında Vildan'ın bağırarak ve daha ziyade kıymet vererek telaffuz ettiği bazı kelimeler, cümleler kulağıma çalınıyordu.
1. duyulmak
1. Barın kalabalığı, hareketliliği, çalgısı ve dumanı içinde ortaya atılan bu söz, tam bir isabetle geldi, Ahmet Samim'in kulağına çarptı.
1. Barın kalabalığı, hareketliliği, çalgısı ve dumanı içinde ortaya atılan bu söz, tam bir isabetle geldi, Ahmet Samim'in kulağına çarptı.
1. çok alçak ve hafif bir ses tonuyla kulağına eğilip bir şeyler söylemek
1. Evet biliyorum, bunlar kulağına fısıldadılar değil mi?
1. Evet biliyorum, bunlar kulağına fısıldadılar değil mi?
1. kulağına çalınmak
2. duymak
1. Acaba benim kulağıma gelen sesler bir yanılsama mıydı?
1. Acaba benim kulağıma gelen sesler bir yanılsama mıydı?
1. duymak
1. Olup bitenler kulağına gitse onlardan önce çarkıma okur ya neyse.
1. Olup bitenler kulağına gitse onlardan önce çarkıma okur ya neyse.
1. duyduklarının doğruluğundan şüphe etmek
1. Kulaklarıma inanamıyordum, bu kadar narin, bu kadar nahif bir vücutta böyle bir ruh...
1. Kulaklarıma inanamıyordum, bu kadar narin, bu kadar nahif bir vücutta böyle bir ruh...
1. bir duruma veya söze hazırlamak için önceden kısaca anlatmak, düşünce aşılamak, telkin etmek
1. Bunu Bayram Ağa'nın kulağına koydular.
1. Bunu Bayram Ağa'nın kulağına koydular.
1. başa gelen bir durumdan alınan dersi unutmamak
1. Bu sözümü kulağına küpe et kızım!
1. Bu sözümü kulağına küpe et kızım!
1. bir sorun karşısında dikkatli davranması için uyarıda bulunmak
Ön Takı : (birinin)
1. ceza olarak kulağını tutup bükerek çekmek
2. uyarmak için hafif bir ceza vermek
Ön Takı : (birinin)