92406 kayıt bulundu.
fiziki harita, siyasi harita, topoğrafik harita, deniz haritası, hava haritası, nirengi haritası, topoğrafya haritası, yağış haritası, yol haritası
1. isim , isim , coğrafya , coğrafya , isim , isim , coğrafya , coğrafya , Coğrafya, tarih, dil, nüfus vb. konularla ilgili yeryüzünün veya bir parçasının, belli bir orana göre küçültülerek düzlem üzerine çizilen taslağı
1. Gelecek asırları tarihe bırakalım /Biz şimdi haritadan geçmişlere bakalım
1. Gelecek asırları tarihe bırakalım /Biz şimdi haritadan geçmişlere bakalım
Lisan : Arapça ḫarīṭa
Telaffuz : hari'ta
1. isim , isim , isim , isim , Haritacının yaptığı iş
2. Harita ve bu haritalarda kullanılan işaretlerin özelliklerini araştıran, haritanın tasarım, basım ve kullanım yöntemlerini geliştirmeye yönelik araştırmalar yapan bilim dalı, kartografi, kartografya
1. bir ülke, başka devletin egemenliği altına girmek
1. Koca Rumeli, Edirne'si, Selanik'i, Manastır'ı, Yanya'sı, Kosova'sı, İşkodra'sı ile imparatorluk haritasından silinmişti.
1. Koca Rumeli, Edirne'si, Selanik'i, Manastır'ı, Yanya'sı, Kosova'sı, İşkodra'sı ile imparatorluk haritasından silinmişti.
2. bir yerleşim yeri savaş, deprem vb. bir olay sonucunda yok olmak
1. isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , isim , isim , halk ağzında , halk ağzında , Harıltı ile akan su, çağlayan
1. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Ateş için kuvvetlenmek, harlı bir biçimde yanmak
1. Çıralar tutuşunca ateş birden harladı.
1. Çıralar tutuşunca ateş birden harladı.
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Birden öfkelenerek bağırmak, birine çıkışmak
1. -i , -i , -i , -i , Ateşi kuvvetlendirmek, alevlendirmek
1. Şerefimize sobaya bir iki odunla bir kucak çalı atıp harlattılar.
1. Şerefimize sobaya bir iki odunla bir kucak çalı atıp harlattılar.
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Coşkunluk vermek, canlandırmak
1. Millî Mücadele'de aç ve çıplak insanlarımızın yüreğinde alevler harlatmak için tek bir kıvılcım yetmişti.
1. Millî Mücadele'de aç ve çıplak insanlarımızın yüreğinde alevler harlatmak için tek bir kıvılcım yetmişti.
1. zarf , zarf , zarf , zarf , Kuvvetli bir biçimde
1. Yüreğimizdeki uygarlaşma ateşi öylesine harlı yanıyordu ki hatalarımızı görmüyorduk.
1. Yüreğimizdeki uygarlaşma ateşi öylesine harlı yanıyordu ki hatalarımızı görmüyorduk.
harmandalı, harman sonu, harman yeri, tuğla harmanı
1. isim , isim , isim , isim , Biçildikten sonra tahıl demetlerinin üzerinden düven geçirilerek tanelerin başaklarından ayrılması işi
2. Bu işin yapıldığı yer veya mevsim
1. Çocuğum başka çocuklarla beraber harmanda düvene binmiş dönüyor.
1. Çocuğum başka çocuklarla beraber harmanda düvene binmiş dönüyor.
3. Birçok çeşitten birer parça alıp yeni birleşim oluşturma işi
1. Çay harmanı. Tütün harmanı.
1. Çay harmanı. Tütün harmanı.
4. Selüloz açılması aşamasından başlayıp kâğıt veya karton sayfasının meydana gelmesine kadar kullanılan bir veya birkaç kâğıt hamuru ile diğer malzemelerin meydana getirdiği sulu süspansiyon
5. Herhangi bir şeyin toplu hâlde bulunduğu, işlendiği veya satıldığı yer
6. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Herhangi bir şeyin çok bulunduğu yer
1. Yiğidin harman olduğu yer.
1. Yiğidin harman olduğu yer.
Lisan : Farsça ḫirmen
1. `çalışanın emeğinin karşılığı verilmelidir` anlamında kullanılan bir söz
1. `önemli işler herkese yaptırılmaz` anlamında kullanılan bir söz
1. tahılı samandan ayırmak için dövülmüşünü rüzgâra karşı savurmak
1. Akşam vakti ırgatlarla beraber harman savururum.
1. Akşam vakti ırgatlarla beraber harman savururum.
1. isim , isim , isim , isim , Harmandan sonra kalan, toprakla karışmış tahıl
2. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Büyük bir varlık veya işten sonra kalan bölüm
1. herhangi bir paylaşmada veya işte sona kalanların kazançlı çıkmaları durumunda söylenen bir söz
1. `herkesin bol bol yararlandığı şeylerin artakalanından alçak gönüllüler yararlanır` anlamında kullanılan bir söz
1. `başkasına kötülük yapmayı tasarlayan kimse, kötülüğünü yapmaya fırsat bulmadan cezasını görür` anlamında kullanılan bir söz