1. -i , -i , -i , -i , Bir şeyi dar bir yere zorla sığdırmak, tıkmak
1. Bilet kutusunu koltuğunun altına sıkıştırmış, elleri ceplerinde bir otobüs biletçisi geçti.
1. Bilet kutusunu koltuğunun altına sıkıştırmış, elleri ceplerinde bir otobüs biletçisi geçti.
2. Bir nesneyi sıkıca duracak biçimde bir yere koymak, yerleştirmek veya orada tutmak
3. Gevşek veya seyrek olan şeyleri birbirine yaklaştırarak sıkı duruma getirmek
1. İstanbul tren yahut vapurunda hele bir kimseyi biraz sıkıştırın, hemen çarpılır, çay semaveri gibi oturduğu yerde fıkır fıkır kaynamaya başlar.
1. İstanbul tren yahut vapurunda hele bir kimseyi biraz sıkıştırın, hemen çarpılır, çay semaveri gibi oturduğu yerde fıkır fıkır kaynamaya başlar.
4. Bir şeyin sıkışmasına, kısılmasına, ezilmesine sebep olmak
1. Parmağını pencereye sıkıştırmak.
1. Parmağını pencereye sıkıştırmak.
5. Ansızın, gizlice ve karşısındakinin isteyip istemediğine bakmadan bir şeyi vermek, tutuşturmak
1. Eline dolu bir kadeh sıkıştırdılar.
1. Eline dolu bir kadeh sıkıştırdılar.
6. Kaçmayacak biçimde çembere almak, kıstırmak
1. Anlattığına göre Niğde yakınlarındaki köylerden birinde imiş, sıkıştırmışlar. Jandarmalarla vuruşmuş.
1. Anlattığına göre Niğde yakınlarındaki köylerden birinde imiş, sıkıştırmışlar. Jandarmalarla vuruşmuş.
7. mecaz , mecaz , mecaz , mecaz , Zorlamak
1. Kocakarı odadan çıktıkça ben Nuri'yi sıkıştırıyorum.
1. Kocakarı odadan çıktıkça ben Nuri'yi sıkıştırıyorum.
8. argo , argo , argo , argo , Sarkıntılık etmek