1. baskı yaparak veya kıyıcı davranışlarla bir topluluğu ezmek, zulmetmek
1. Karaköy civarını kasıp kavuran iki serseri çocuğu enselerinden yakalayıp huzuruna getirmiştim.
1. Karaköy civarını kasıp kavuran iki serseri çocuğu enselerinden yakalayıp huzuruna getirmiştim.
2. çok zarar vermek, mahvetmek
1. Derhâl asabi, ince, deli sesi çınlamaya başlar, etrafı kasıp kavurur ve kıyametleri koparırdı.
1. Derhâl asabi, ince, deli sesi çınlamaya başlar, etrafı kasıp kavurur ve kıyametleri koparırdı.
3. çok etkilemek, hüküm sürmek
1. Dışarıda ortalığı kasıp kavuran bir ayaz vardı.
1. Dışarıda ortalığı kasıp kavuran bir ayaz vardı.