1. -e , -e , -e , -e , İki veya ikiden çok şey bir araya gelip birbirinin içinde dağılmak, birbirinin içine girmek
1. Araba sallana sallana içim bağrım birbirine karıştı.
1. Araba sallana sallana içim bağrım birbirine karıştı.
2. Düzensiz, dağınık olmak
1. Yanıma her tarafı titreyerek sapsarı, sakal bıyığa karışmış bir hâlde geldi.
1. Yanıma her tarafı titreyerek sapsarı, sakal bıyığa karışmış bir hâlde geldi.
3. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Bulanmak, duruluğunu yitirmek
1. Hava birden karıştı. Zihnim karıştı.
1. Hava birden karıştı. Zihnim karıştı.
4. nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , nesnesiz , Açıklığını yitirmek, anlaşılması güçleşmek
1. Kaymakam işin karıştığını anlayarak...
1. Kaymakam işin karıştığını anlayarak...
5. Müdahale etmek, araya girmek
1. Sokakta herkes kadın kıyafetine karışmak hakkını kendinde görürdü.
1. Sokakta herkes kadın kıyafetine karışmak hakkını kendinde görürdü.
6. Engellemek, araya girmek
7. Bir araya gelmek, katılmak
1. Bingazi'deki muharebeye karışmak için beraber yola çıktığım arkadaş Kahire'de hastalanmıştı.
1. Bingazi'deki muharebeye karışmak için beraber yola çıktığım arkadaş Kahire'de hastalanmıştı.
8. İlgilenmek, müdahale etmek, el atmak
1. Ben, dedim, başkalarının soyadlarına nasıl karışabilirim?
1. Ben, dedim, başkalarının soyadlarına nasıl karışabilirim?
9. Yetkisinde bulunmak, bakmak, iş edinmek, işi olmak
1. Bu işe belediye karışır.
1. Bu işe belediye karışır.