92406 kayıt bulundu.
1. çirkin sayılmamak
1. Hem bakalım, yirmi yaşında da olsa yüzüne bakılır cinsten midir?
1. Hem bakalım, yirmi yaşında da olsa yüzüne bakılır cinsten midir?
1. dayanamamak, bir isteğe hayır diyememek, kıramamak
1. Aman sayın bayan beni çağırmayınız. Güzel yüzüne duramam, içeri girerim.
1. Aman sayın bayan beni çağırmayınız. Güzel yüzüne duramam, içeri girerim.
1. bir işi becerememek, bozmak
1. Onun bu işi nasıl olup da yüzüne gözüne bulaştırdığını bir türlü anlayamadım.
1. Onun bu işi nasıl olup da yüzüne gözüne bulaştırdığını bir türlü anlayamadım.
1. dostmuş gibi görünmek
1. Köylünün yüzüne gülüp arkadan jurnalliyormuş.
1. Köylünün yüzüne gülüp arkadan jurnalliyormuş.
2. dostluk göstermek, ilgi göstermek, alakalanmak
1. Köyde, ondan başka yüzümüze gülen, bize yol gösteren olmadı.
1. Köyde, ondan başka yüzümüze gülen, bize yol gösteren olmadı.
3. temizliği, yeniliği dolayısıyla ferahlık vermek
1. Banyo, tuvalet, vesair kısımlar, o ne temizlik, o ne genişlik, insanın yüzüne gülen o ne ferahlıktı.
1. Banyo, tuvalet, vesair kısımlar, o ne temizlik, o ne genişlik, insanın yüzüne gülen o ne ferahlıktı.
1. birinden veya bir şeyden yoksun kalmak, özlemek
1. Burada yağdan yumurtadan geçtik, ekmek yüzüne hasret kaldık.
1. Burada yağdan yumurtadan geçtik, ekmek yüzüne hasret kaldık.
1. bir kimsenin kendi önünde ve ondan çekinmeden
1. Yüzüne karşı da söylerim.
1. Yüzüne karşı da söylerim.
1. çok arsız ve onursuz kimseler için kullanılan bir söz
1. ayıplayarak kusurunu yüzüne söylemek
1. Bir büyük kabahatim varmış da yüzüme vuracaklarmış gibi açıp okumaktan çekiniyorum.
1. Bir büyük kabahatim varmış da yüzüme vuracaklarmış gibi açıp okumaktan çekiniyorum.
1. halk ağzında , halk ağzında , halk ağzında , halk ağzında , gelinin yüzünü süslemek
1. beğenilir iş yapmak, iş ve davranışlarıyla yakınlarının övünmesine sebep olmak
1. Bu zaferle Mustafa Kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür.
1. Bu zaferle Mustafa Kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür.
Ön Takı : (birinin)
1. yüzüne öfke ve hoşnutsuzluk gösteren bir biçim vermek
1. Yüzünü buruşturuyor Fuat, ukalalığından sıyrılıyor, üzüldüğü belli.
1. Yüzünü buruşturuyor Fuat, ukalalığından sıyrılıyor, üzüldüğü belli.
2. Ağır işler görüp de güler yüzünü ekşitmemeyi ve kimseyi incitmeden yaşamayı analar bu adamlara öğretmeli idiler.
2. Ağır işler görüp de güler yüzünü ekşitmemeyi ve kimseyi incitmeden yaşamayı analar bu adamlara öğretmeli idiler.
1. ilgiyi kesmek
1. Artık anlaşabileceğimizi sanmıyorum, diyerek herifin yüzünü duvara yapıştırıyor Mustafa.
1. Artık anlaşabileceğimizi sanmıyorum, diyerek herifin yüzünü duvara yapıştırıyor Mustafa.
1. uzun süre görmemek
1. Yüzünü de gördüğüm yoktu. Kırkyıl da görmesem göreceğim gelmezdi.
1. Yüzünü de gördüğüm yoktu. Kırkyıl da görmesem göreceğim gelmezdi.
2. gereksinim duyulan bir şeyi özlemek, ona hasret kalmak
1. Harp içinde kahvenin yüzünü görmedik.
1. Harp içinde kahvenin yüzünü görmedik.
1. bir çocuğa veya gence o zamana kadar bilmediği birtakım cinsel bilgiler vermek
Ön Takı : (birinin)
1. birini mutlu etmek, birine iyilik etmek
1. Bu zaferle Mustafa Kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür.
1. Bu zaferle Mustafa Kemal, ordumuzun yüzünü ağartmış, milletimizin yüzünü güldürmüştür.